Bölüm 6
Karanlık çöktüğünde şehirlerin üzerine, tüm insanlar tek tek kendi güvenli bölgeleri evlerine çekiliyorlardı. Gece onlar için tehlikeliydi çünkü, karanlığı ürpertici olarak adlandırıyorlardı. Benim için ise tam tersi, aşırı rahatlatıcı bir terapi gibiydi gece. Tüm insanlar evlerine çekildiğinden daha güvenli oluyordu aslında. Asıl tehlike insanlardı ve onlar olmadığında karanlık sadece karanlıktı işte.Diğer insanların aksine sessizlik, karanlık ve yalnızlık bir araya geldiklerinde nedense gerilmiyordum hatta hoşuma gidiyordu fazlasıyla. İnsanların kötü diye adlandırdıkları şeyler kendileriydi aslında. Farkında değillerdi. Dünya üzerindeki tüm kötülükler insanların elinden çıkıyordu bir şekilde ama hala suçu başka şeylere yıkmaya çabalıyorlardı. Onlara göre çok masumlardı ama dışarıdan bakıldığında hepsi birer iblisi andırıyordu. Hiçbiri iyilik peşinde değildi, hepsi birbirinin arkasından iş çeviriyorlardı ve buna doğanın kanunu diyorlardı.
İnsanlar zehirliydi ve sürekli olarak bu zehirlerini akıtacak/bulaştıracak kurbanlar ararlardı. İşte bu yüzden insanları yanıma yaklaştırmıyordum, zehirlerini bana da akıtamasınlar diye. Ama ne kadar çabalarsan çabala ördüğün duvarları aşan birileri oluyordu illaki. Ben Alya ve kendimi içine alan bir duvar örmüştüm yıllar önce, o duvarı ilk aşan Kuzey olmuştu. Sonra da Burak.
Aslında tek isteğim onları bu zehirli dünyadan koruyabilmekti.
Karanlık yolda araba ile ilerlerken arkamı dönüp Kuzey'e ve omuzunda uyuklayan Alya'ya baktım.
"Gerçekten bunu yapmak zorunda mıydık?"
"Bardan çıktığımızdan beri aynı şeyi söylüyorsun Elis, çıktık artık yola vazgeç."
Evet cidden yoldaydık ve Ayvalık'a Alya'nın yazlık evine gidiyorduk. Neden mi? Çünkü bana aldıkları hediye oradaymış ve niye orada hiçbir fikrim yok. Günü birlik bir kaçamak yapacakmışız falan.
Aslında beşimiz gidiyor olacaktık ama barı boş bırakmak istemedikleri için Burak geride kaldı ve bahanesi de. "Zaten izne ayrılıyorum." Oldu. O yüzden dördümüz birlikte ne olduğunu bile bilmediğim bir hediye için Ayvalık'a gidiyoruz. Umarım buna değecek bir şeydir.
Onları rahat bırakıp bu sessizliği fırsata çevirmek için çantamdan kulaklıklarımı çıkarttım.
"Yorulursan söyle ben sürerim onlara dokunma." Diyerek arkadakileri Ege'ye işaret ettiğimde başını salladı ve bende dizlerimi karnıma çekip kulaklıklarımı müzikle doldurdum.
Yolculuk yapmayı seviyordum aslında. Her zamanki huysuzluğumla onlara laf etsem de benim de hoşuma gitmişti yolculuk fikri. Günü birlik dahi olsa yorucu gelmiyordu bana çünkü günün sonunda o yorgunlukla huzurla uyuyabiliyordum.
Ayrıca araba yolculuklarını da hep çok sevmiştim nedensizce. İnsanlar arabada daha çok yorulduklarını söylerlerdi ama ben hiç yorulmazdım. Çoğu kadının en büyük şanslarından biri olan, boyu ne kadar olursa olsun minyon olup koltuğa istediği şekillerde sığabilmesi özelliğine sahiptim. Ne çok uzun ne çok kısa boyluydum ve bacaklarımı koltuğa sığdırabiliyordum.
Başımı arkaya yaslayıp öylece yolu izledim saatlerce. Yanından geçtiğimiz ağaçlıkları, ileride görünen denizi ve üzerine yansıyan ay ışığını. Karanlık geceyi aydınlatan aracın ışıklarının değdiği her yere göz gezdirdim. Benzin istasyonu gibi bir yere yaklaştığımızda başımı koltuktan ayırıp dizlerime yasladım ve kollarımı bacaklarımın etrafına doladım. Ege arabayı markete yakın bir yerde durdurduğunda tek kulaklığımı kulağımdan çıkarttı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CARPE MORTEM
Roman pour AdolescentsHayatını intikama adamış bir genç kızın nasıl olur da normal bir hayatı olurdu ki ? Olamaz.. Annesine yaptıkları yüzünden üvey babasından intikam almaya kalkan bir genç kız. Ona yardım etmeye çalışan ve aynı zamanda normal bir hayat sürmesini istey...