Arkadaşlar gecikme için acayip üzünüm ama çok yoğundum. Yani sabahçı/öğlenci falan olsam okulun olmadığı zaman diliminde yazardım ama tam gün olunca zor oluyor ve ödev ders derken yazamadım. Neyse okuyun :D
"Ha yal, geldik." Gözlerimi açıp geldiğimiz yere baktım. Yüksekte, tepede bir yerdeydi. Ama manzarası çok güzeldi. Arabadan indim ve etrafa bakındım.
"Umarım parti dışarıda olur." Mırıldanmıştım. Manzara beni büyülemişti.
"Ne?"
"Hiç."
"Her neyse. Yanımdan ayrılmak yok." Gözlerimi devirip yürümeye başladım. Arkamdan gelip elini belime koydu. İtekleim ama çekmedi. Kendini ne sanıyordu?!
"Ne yapıyorsun sen?!"
"Sus ve içeriye gir Hayal." Gerizekalı. Kapıyı açıp içeriye girdik. White Winter Hymnal* şarkısı çalıyordu. Bizimkilerin bir kokteyl masasının önünde durduklarını gördüm.
"Şu taraftalar."
"Biliyorum." Onlarla alakasız bir yöne yürümeye başladı- mecburen bende.
"Nereye gidiyorsun o zaman?"
"Bir arkadaşımı gördüm."
"Biriyle tanışmak istemiyorum Mert!" Elini itip bizimkilere doğru yürüdüm.
"Ya Selim bırak. Yanındayım kaçmayacağım zaten!" Su da Selim'den kurtulmaya çalışıyordu.
"Ama elbisen çok kısa." Mızmızlanması üzerine kıkırdadım.
"Değil. Zaten biri bana yaklaşsa kovalarım merak etme."
"İyi. Sen kovalamadan dalabilirim ama. Dikkatli ol." Elini Su'yun belinden indirdi. Su Selim'in çenesinden tutup yanağını öptü.
"Yerim ben seni ya!"
"İğrençsiniz." Sonunda burada olduğumu fark edebilmişlerdi.
"Sensin iğrenç."
"Tabi tabi. Napıyoruz? Dans falan edelim sıkıldım."
"Hayır küçük hanım hiçbir şey yapmıyorsunuz."
"Yine mi sen! Sanane ya eğlenmeye geldim ben kös kös duramam burada." Tahmin ettiyseniz Mert yine gelmiş büyüklük taslıyordu. Kaşlarını havaya kaldırdı.
"Peki." Müzik değişti. Yine bir yılbaşı müziği çalıyordu.
"İnanamıyorum! Pentatonix çalıyorlar." Mira'ya döndüm. Pentatonix şu Youtube ünlüsü acapella grubu değil miydi?
"Pentatonix mi? Hangi şarkıları?"
"Ay çok seviyorum bu grubu ben. 'That's Christmas To Me*'."
"Su gel dans edelim." Selim Su'yu çekiştirdi ve piste geçtiler.
"Kös kös duracak mısın kedicik?" Kedicik? Kolumdan tuttu ve piste çekti. Etrafıma baktım. Herkes slow dans ediyordu.
"İyi de, ben dans edemem. Yani slow dans edemem."
"Dene." Kararsızlıkla ellerimi omzuna koydum. O da belime koydu. Hafifçe sallanmaya başladık. Gözlerinde şu 'parlama' denen olay oluyordu sanırım. Bakışlarımı yere çevirdim.
"Yeter. İçecek birşeyler almak istiyorum." Ellerimi çektim.
"Im... Ben getireyim." Masaya geri döndüm.
"Mira saat kaç?"
"Oha! Çok geç gelmişiz. 23:58!"
"Ne?!" Mert yanımıza gelmişti.
"Yeni yıla son 2 dakika değil mi? Hayal gel birşey göstermem gerek." Kaşlarımı çattım. Biz dışarıya çıkarken -sanırım- DJ' anons yaptı. (Şarkıyı açabilirsiniz.)
"Merhaba! Yeni yıla son 2 dakika! Şimdi slow bir parçayla devam ediyorum yeni yıla dansla girin." Yine ve yine Pentatonix'in bir şarkısını çalmaya başladı. 'Mary, Did You Know*' Mert beni dışarıya çıkardı.
"Dans edelim. Manzarayı sevmiştin, değil mi?" Ellerimi omzuna koydu ve kendi ellerini belime yerleştirdi. Yine sallanmaya başladık.
"Bana bakma. Bakarsan konuşamam çünkü." Kafamı yere eğdim.
"Sana söyleyemediğim çok şey var. Sakladığım, anlatmadığım. Bizzat seni ilgilendiren çok şey var. Anlatamadım. Ama söylemem gerek herhalde. Yavaşça söyleyeceğim. İlk olarak..." Derin bir nefes aldı.
"Ama sakın tepki verme. Kafanı da kaldırma. Tüm tepkini anlattıklarım bitince ver. Kısıtlı zamanımız var. Aileni biliyorum. Hani senin yemek hazırladığın Eslem ve Berke vardı ya, onlar." Ne?! NE?! Ben. Aileme. Bilmeden. Yemek. Hazırlamıştım. Ve bana bunu ŞİMDİ söylüyordu!
"Sakin ol. Lütfen. Bitmedi. Beyninde, tümör mü ne varmış." İstemsiz olarak kafamı kaldırdım. Yüzünü yan tarafa döndürmüştü. Yanağındaki damlaya baktım. Ağlıyordu. Ağlıyorduk. Kafamı hemen eğdim.
"Ama merak etme. Çünkü çok küçüldü. Küçük yani. Hatta şuan geçmiş bile olabilir." Yine derin bir nefes aldı. Dans etmeye devam ediyorduk. İçeriden sesler gelmeye başladı.
"GERİ SAYIM BAŞLASIN! 10! ..." Adam saymaya devam ederken Mert hızla konuştu.
"Ama en önemlisi.. (4! 3!..) Ben... Seni çok seviyorum." İçeriden bağırışlar, gökyüzünde havaifişekler patladı. Kafamı kaldırmıştım. Gözerime merakla bakıyordu. Ne diyebilirdim. Ani olmuştu. Onu ben... Nasıl desem, abim gibi görüyordum. Böyle bir anda... Kafamı yere indirdim. Ağlamaya devam ettim. Ne diyebilirdim? Ne demem gerekiyordu.
"Birşey söyleme. Karşılık beklediğim birşey değildi. Yarın ilk işim ailenle konuşmak olacak." Kafamı kaldırdı. Gözlerinde hüzün vardı. Acı vardı. Sanki o an kalbim ne yapması gerektiğine sonunda karar vermişti. Sanki o an.. Ona aşık olmuştum. Sanki... Bilmiyordum. Aşk, sevgi ne demek? Nasıl anlaşılır bilemiyordum.
"Ağlama kedicik. Ama söyleyemediğim birşey daha var. Küçükken... Sen hep bir parka gelirdin. Salıncakta oturur bir çocuk gelene kadar beklerdin. Sanırım Arda'ydı o. Bu önemsiz. Ben hep seninle konuşma umuduyla gelirdim parka. Ama cesaretimi toplayıp sana her yaklaştığımda o gelirdi. Sonra yıllar geçti. Sen ağlıyordun. Yine salıncakta oturmuştun. Ama ağlıyordun. Yanına geldim ve oturdum. Neden ağladığını sordum. Çok heyecanlıydım. Sen o gün doğum günün olduğunu ve en yakın arkadaşının gelmediğini söyledin. Ona ulaşamadığını söyledin. Sonra gittin. O günden sonra da hiç gelmedin. Hiçbiryerde yoktun. Her doğumgününde elimde olan parayla ufak bir pasta alıp senin için dilek tutup yaktığım mumu üflüyordum. Sonra ufacık pastayı yarıya bölüm bir yarısını sana bırakarak gerisini yiyordum. Tabi geride kalan yarımı yiyemeyeceğini bildiğimden Ece'ye veriyordum." Gözleri yine doldu. Kırpıştırıp devam etti.
"Sonra seni gördüğümde tanımıştım. Gece bile olsa. Nasıl sevinmiştim.. Hiç mi düşünmedin? Gece gece bir kızı kim başına bela edebilir?"
"Mert.."
"Efendim?"
"Ben.. Sanırım sana aşık oluyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Just Imagine
De Todo'Hep mutlu ol.' demişlerdi bana. Oysa hayatta hep mutlu olursam hayal kuracak neyim kalırdı ki? YAZAR: Arkadaşlar ilk hikayem olduğundan çok saçma ve rastgele bir kurgusu var uyarılır :d okumayın bence yani