Bölüm 24

451 42 3
                                    

Tansu odanın kapısını çaldığında sandalyenin üzerine alelade koyduğum feracemi hızla giyip çıkmıştım ve havanın soğuk olacağını hesaba katmamıştım. Sabah namazı için grup otelden hareket etmişti. Mescidi Aksa avlusuna girdiğimizde açık alandan dolayı daha çok soğuk vardı. eşarbım ve feracemin etekleri yine özgürce uçuyordu. Tansu Üşüyor musun? dediğinde nedense Hayır cevabını verdim. Revakların altındaki merdivenden adım adım çıkarken özenle Tansu'nun koluna girdim hamilelik dolayısıyla çok zorlanıyordu. Bu halde buralara kadar geldiğine, pişman bile olmayışına hayran kalmıştım. Bir şehir nasıl bu kadar güçlü sevgilere muhatap olabiliyordu ? Nasıl kaldırıyordu bu kadar hüznü ve bu kadar aşkı? Anlam vermek şu yana, bu soru böylece çözümsüz kalsın. böylesi daha güzel çünkü..
Nihat abi ve Muhammed abi de bay grupla birlikte Mescid-i Aksa'ya geçtiler. Namaz için o kutlu seda yine Aksâ semâlarında yankılanıyordu. Etrafta çıt ses yoktu. sanki Aksa :

''Ben konuşmak istiyorum!
haykırmak istiyorum! ''diyordu.

İnsanlığın bazısı sağır oysa ki duymaz bu sesi. Bazısı ise dilsiz duysa da konuşamaz bu kelimeleri, Bazısı ise hem sağır hem dilsiz. Ne duyar ne de konuşur.. Aksâ'nın bir haykırış içerisinde olduğundan bile bihaberdir..

Ezan bittiğinde derin bir sessizlik kapladı yine. Eller hep birlikte tekbire gidiyor, yürekler aynı anda seviyordu, aynı anda hayran kalıyordu herşeye.. Bu şehre bu havaya bu taşa bu toprağa.. Mümkünü yok delirmemenin. Bu kadar güzel şeylerin aynı anda olması beni çılgına çeviriyor ve açıkça söylemek istiyorum. şımartıyordu. Evet, Kudüs'e nazım geçiyordu sanki ona istemsizce şımarıyordum, annesine huysuzluk eden bir türlü rahat vermeyen çocuk gibiydim. Aksâ'da alnımı secdeye götürmek, kapılarına duvarlarına dokunmak, semasını seyre dalmak, sokaklarında, yollarında yürümek içime huzur veriyordu.

Namazımız sona ererken sağ ve sol yanımızdaki meleklere selamımızı ulaştırıyorduk.
Usulca alıyorlardı selamımızı.
Bu vakti de Aksa'da hayırla eda ettik. Dualarımızı edip avuçlarımızı yüzümüze yumuşak dokunuşlarla sürdükten sonra toparlandık. Cemaat yavaş yavaş dağılıyordu. Bazı bayanlar sıcaktan dolayı mescit içerisinde oldukları yere çantalarını başlarının altına yastık yapıp şekerleme yapıyorlardı. Ben de bez çantamı alıp Kubbetüs Sahra'nın doğu yönündeki çıkış kapısına yöneldim. Gri renkteki ayakkabılarımı giydim dizlerimi kırıp oturdum bağcıklarımı bağlarken Tansu'da o anda mescidden çıkıyor eli belinde zor yürüyordu.Nefes nefese kalmıştı.
Ayakkabılarını giymeye çalışırken omzuna dokunarak;
- Hiç eğilme ben hallederim dedim.
Tansu'nun babet ayakkabısını giydirdim. Diğer arkadaşlarımızın da çıkmasını bekledik. Pek fena olmayan bir kamerayla kendilerini ve mescidin içini fotoğraflıyorlardı. Çok geçmeden beraberce çıktılar. Tansu'nun koluna girdim diğer elimde boşlukta kalınca cebime attım ve telefonum olması gereken cebim boştu. Otelde unuttuğumu düşündüm. Dün gece bana gelen mesajda daha yeni aklıma gelmişti. Sahi ne vardı o mesajda? Tur aracının önüne geldiğimizde, Tansu desteğe tutunarak aracın açık olan kapısından girdi. O koltuğuna yerleştiğinde ben hala binmemiştim. Yahia'da bekliyordu kısa bir süreliğine de olsa onu görmek istemiyordum. Bir süre kapının önünde ayakkabılarımı seyrederek bekledim. Turdaki diğer kızlarda gelince beraberce araca bindik. Henüz sıkılmış hoş araç kokusunun içinden geçerek bana ayrılan koltuğa oturdum. Kapılar kapandı. Yahia ve birkaç arkadaşı araç hareket ediyor olmasına rağmen ayaktaydı. Ne olduğunu anlayamadım. Aralarında bir süre arapça konuştuktan sonra istemsizce yerlerine geçtiler. Moralleri bozulmuş ve suratları asıktı. Bir şey olmuştu galiba gözlerimi kocaman açıp dinlemeye çalışmıştım ama hızlı ve tedirgin konuşmalarından çeviri yapamıyordum.
Ben bir şekilde öğrenirim dedim ve dikkatli olan bakışlarımı cama çevirdim. Hava daha aydınlanmamkşto. Bir kaç dakika sonra hareket eden otobüsün içinde birbirlerine bir şeyler söylemek için kalktılar daha sonra oturmaları gerektiği uyarısını alınca tekrar yerlerine geçtiler. Rehberlik eden abilerimiz Tarihin kokusunu buram buram aldığımız Mescidi Aksayı tekrar tekrar anlatıyorlardı. Hava daha aydınlanmamıştı. Kerahat vaktine az kalmıştı ve biz kahvaltı için otelde dönüyorduk. Aklımda hâlâ Yahia'nın konuşmasındaydı. Bir süre sessizlik oldu Otobüste derin düşüncelere dalan yolcular camdan güne merhaba diyen Kudüs yollarını ve sokaklarını izliyorlardı. Bu tedirgin sessizliği bozan Muhammed Abi '' Rabbim bizi bu toprakların hürmetine koruyacaktır! KORKMAYIN! eğer bize buralarda bir cihad görevi düşecek ise sonuna kadar savaşırız'' deyiverdi
Şaskındım.
Anlamadığım bir şeyler oluyordu.

Temmuz 2000 / Kudüs - Eski Şehir




























YAZILARIN TELİF HAKKI KANUNLARI UYARINCA KORUMA ALTINA ALINMIŞTIR. NÜSHASI ALINAMAZ, KOPYALANAMAZ VE ÇOĞALTILAMAZ.

KUDÜS GELİNİ  Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin