0.7

3.1K 204 104
                                    

Boy aynasının karşısına geçerek bileğimdeki tokayla saçlarımı aceleyle at kuyruğu yaptım. Mutfakta akşam yemeğini hazırlayan anneme, "Ben çıkıyorum," dedim. "Basketbol sahasına gideceğiz."

Annem gözlerini karıştırdığı çorbadan ayırmadı. "Tamam, geç kalma."

"Kalmam," deyip hızlı adımlarla evden ayrıldım. Kolumla belimin arasına sıkıştırdığım topu bir süreliğine yere bıraktım, telefonumu çantamdan çıkarıp Meriç'e kısa bir mesaj attım.

Ekim: Ben evden çıktım.

Mesajım iletildi ama görmedi. Yine de telefonumu bırakıp topu yerden aldım ve heyecanla yürümeye devam ettim.

Senelerdir cumartesileri yapmayı en sevdiğimiz şey beraber basketbol oynamaktı. Her ne kadar o benden daha iyi olduğu için çoğunlukla yenilen ben olsam da orada geçirdiğimiz vakit benim için bile çok keyifliydi.

Dün okuldan çıkarken ona, "Yarın basketbol oynayacak mıyız?" diye sorduğumda bana yavaşça gülümsemişti. "Elbette," demişti. "Her zamanki saatte."

Açıkçası son zamanlarda sık sık Umut'la vakit geçirdiği için oynamak istemeyeceğini düşünmüştüm ama beni haksız çıkarmıştı.

Çok geçmeden birkaç sokak ötemizdeki sahaya vardım ancak Meriç'i orada göremedim. Bir köşeye oturdum ve elimdeki topu sektirerek onu beklemeye başladım. Sahaya düşmüş sonbaharın renklerini taşıyan yapraklar, esen rüzgarla hışırdadı. Sırtımı arkamdaki tellere yasladım.

Buraya bu saatlerde bizden başkası gelmezdi. Adım atacak hâlimiz kalmayana kadar kahkahalarımızın eşliğinde basketbol oynardık. Normalde bunu çok severdim ancak şimdi yanımda Meriç olmadığından olsa gerek bana kendimi yalnız hissettirmişti.

On dakika kadar daha onu öylece bekledikten sonra huzursuz bir şekilde kıpırdandım. Evinin sahaya yakın olmasının yanı sıra geç kalan bir insan değildi. Geç kalacağını fark ettiğindeyse mutlaka haber verirdi. O yüzden çantamdaki telefonuma uzandım ve attığım mesajı görüp görmediğine baktım.

Görmemişti.

Sinirlenmeye başladığımdan yanağımın içini ısırdım, hemen rehberime girmemle onun numarasını bulup aradım ancak telefonunu açmadı.

Sakinleşmek için derin bir nefes aldım, ayağa kalkıp karşımda boylu boyunca uzanan sokağa baktığımda yaklaşan kimseyi göremememle yüzüm iyice düştü. Çoktan gelmiş olması lazımdı. Tabii eğer gelmeyi düşünüyorsa.

Ellerimi belimin iki yanına yerleştirip bir süre ne yapacağımı düşündüm. Onu yeterince beklemiştim ama yine de vazgeçmek istemiyordum, bir parçam hâlâ geleceğine çaresizce inanıyordu.

Yerdeki basketbol topuna uzanıp kendi kendime oynamaya başladım. Rüzgâr kaburgalarıma vuruyor, hava kararıyor ve ben tek başıma topu sektiriyordum. Kollarımı kaldırıp topu potaya fırlattım ancak top potadan sekerek ayaklarımın dibine kadar geldi. Hüzünle omzumun üstünden geriye, Meriç'in geleceği yola yeniden baktım. Onu orada göremeyince de, "Ne yapıyorum ben?" diye mırıldandım ve sert adımlarla sahadan çıktım.

Gelmeyecek birini beklemek zaman kaybından başka bir şey değildi.

Sırtımdaki çantamı düzeltip geldiğim yoldan eve yürümeye başladım. Ne beklediğimi bilmiyordum. Artık eskisi gibi değildik, her şey aynı kalamazdı.

Kafamdaki sayısız düşüncenin tutsağı hâline gelmişken telefonumun çaldığını duydum. Arayan kişinin Meriç olduğunu görmemle yürümeyi kesip telefonu açtım.

"Alo? Beni aradığını gördüm. Bir şey mi oldu?"

Ses tonundaki rahatlığı fark ettiğimde öfkeyle dişlerimi birbirine geçirdim. "Aslına bakarsan evet. Seni basketbol sahasında beklediğimden haberin var mı?"

Bir süre sessiz kaldıktan sonra, "Ah," diye mırıldandı. "Özür dilerim. Tamamen aklımdan çıkmış." Telefondan gelen trafik seslerini duymamla kaşlarım çatıldı. "Sen dışarıda mısın?"

"Evet. Umut var yanımda."

Bu benim gözlerimi doldurdu. Dudaklarımın arasından kırgın bir nefes döküldüğünde sessizliğimi fark eden Meriç, "Ekim?" dedi endişeyle. Gözlerimdeki yaşları elimin tersiyle sildikten sonra titrek bir sesle, "Benim de sabrımın bir sonu var, biliyorsun değil mi?" dedim.

Telefonu yüzüne kapatıp yürümeye devam ettim fakat bu sefer daha durgundum. Ellerimi eşofmanımın ceplerine soktum, omuzlarımı düşürdüm. Önüme düşen açık kumral saçlarımı çekerken gözlerim daha çok doldu.

Böyle hissetmekten nefret ediyordum. Umurunda bile olmadığım birinin beni bu kadar üzebilmesi canımı yakıyordu. Beraber geçirdiğimiz yıllar boyunca ona o kadar alışmıştım ki aramızdaki bu soğukluğa katlanamıyordum.

Eve varıp kapıyı çalmamla annemin yaklaşan adım seslerini duydum. Kapıyı açtığında meraklı bakışlarıyla karşılaştım. "Erken geldin. Bir şey mi oldu?"

Ona bir şey demeden ayakkabılarımı çıkarıp içeri geçtim. Elimdeki topu yerine bıraktıktan sonra hızla odama girdim fakat annem peşimi bırakmadı. Yüzümdeki ifadeyi fark ettiğinde, "Kavga mı ettiniz?" diye sordu.

"Gelmedi," dedim alçak sesle. Daha fazlasını bilmek istermişçesine yatağıma oturdu. "Ne demek gelmedi?"

"Gelmedi işte!" diye hiddetlendim. Devamlı gözlerimin dolması sinirlerimi bozmaya başlamıştı. Ellerimi saçlarımın arasında gezdirirken boğazıma oturan yumrudan kurtulmaya çalıştım.

Başımı kaldırıp annemin benimkilerle birebir aynı olan ela gözlerine baktım. "Devamlı başka bir arkadaşıyla," dedim kırık bir sesle. "Sorun beni yalnız bırakıyor olması."

Annem başka bir şey söylemeyeceğime emin olduktan sonra, "Meriç'i bilirsin," dedi. "Biraz aptaldır."

Gülerek gözlerimdeki yaşları sildim. "Kesinlikle öyle."

Bana nazikçe gülümseyerek bakarken, "Bak canım, eminim her şey düzelecektir. Meriç seni bilerek üzmez. Hatasını fark edecektir," dedi.

"Umarım," deyip buruk bir şekilde gülümsediğimde ayaklandı. Tam odadan çıkacakken kapının önünde durdu ve bakışlarını etrafta gezdirdi. "Ayrıca on dakika içinde bu odayı toplamazsan bozuşuruz."

Yüzünde ansızın oluşan o ciddiyete bakarken kıkırdadım. Başımı onaylarcasına sallayıp etrafı toplamaya başlamadan önce telefonuma uzandım.

Ekim: Yanıldın.

Ekim: Bana mesaj attığın ilk gece yalnızlığı sevdiğimi ve tek başıma zaman geçirirken aldığım keyfi hiçbir şeyden almadığımı söyledin.

Ekim: Meğer bu kendime söylediğim bir yalandan ibaretmiş.

Ekim: Meğer ben en çok yalnız kalmaktan korkarmışım.

AYLARDAN EKİM | TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin