12-Lee Kang Ho

8.4K 410 38
                                    

Uzun zaman ara verdiğim için özür dilerim. Bu bölümü dün gece yayınlayacaktım ama sistemde sorun vardı. İyi okumalar.

Kore'ye gitmeye karar verdikten sonra hazırlıklara başladım. Vedalaşma kısmı en zoruydu. Tenzin bunun veda olmadığını, en yakın zamanda görüşeceğimizi söyledi. Üstadın mezarının başında saygı ile eğilip vedalaştım. Bu arada Yu Mi, babası ile konuşup Kore'ye giriş için destek istemişti.

Kızı kurtarırken yaptığım gibi mekânın dürülmesini sağlayabilirdim ama ülkeye yasal yollardan gitmemiz gerektiğini düşündüm. Uzun süre Kore'de kalmam gerekebilirdi.

Tapınağı terk etmeden önce, Hacı Anne ile rüyamda konuşmak istedim. Yaşlı kadını düşünerek uykuya teslim oldum.

Yaşlı kadının Nur yüzünü gördüğümde sevindim.

"Merhaba evladım. Başarın için seni kutlarım" dedi Hacı Anne.

"Teşekkür ederim Hacı Anne, sizin desteğinizle başardım."

"Allah'ın inayeti ile oldu evladım. O istemedikçe, yaprak bile kımıldamaz."

Hacı Anne'ye sormak istediğim sorular vardı. Öncelikle Yu Mi'ye yardım etmemi neden istemişti.

"Kızı kurtarmanı istememin sebebini merak ediyorsundur. Kızın babasının ürettiği cihaz, Kore'nin gelecekteki konumunu çok ileri götürecek bir buluş. Amerika ve Çin gibi ülkeler, dünyanın en büyük güçleri olarak, pozisyonlarının tehlikeye girmelerini istemiyorlar."

Hacı Anne sorumu sormadan cevabı vermişti ama yeni sorular üretmeme sebep olmuştu.

"Kore'nin gelişmesi neden sizin ilgi alanınıza giriyor?"

"Evladım Allah'ın kazasının yerine gelmesi için bizim gibi aciz kullarına görevler düşer. Dünya üzerindeki her savaş, felaket veya icatlarda mutlaka Veli kullarını görevlendirir. Balkan harbinde Bulgar'larla Ruslar'ın ittifak yapmasını engelleyen gene bir Allah dostuydu. Senin görevin güçlerini gizleyerek, kızı ve babasının icadını korumaktır."

Görev kelimesi kendimi garip hissetmeme yol açtı. Üstelik güçlerimi kullanmadan nasıl tam koruma sağlayabilirdim ki?

"Güçlerini gerekmedikçe kullanmamanı söylemek istedim. Kötü niyetli kişilere karşı son ana kadar kendini göstermezsen avantajlı olursun."

Hacı Anne tam bir stratejist gibi konuşuyordu. Yaşlı kadın görüntüsünün altında engin bir bilgi birikimi vardı. Üstat ölmeden önce, Hacı Anne'nin kendisinden üst mertebe olduğunu neden söylediğini anlayabiliyordum.

Hacı Anne "Allah yâr ve yardımcın olsun evladım" dedikten sonra gözden kayboldu ve uyandım.

İlk iş olarak Yu Mi ile görüşüp, her şeyin hazır olduğundan emin oldum. Gizli servis bize özel bir uçak ayarlamıştı. 

Lhasa havaalanına gittiğimizde, ajan olduklarını tahmin ettiğim altı tane kişiyle buluştuk. Yu Mi'yi tanıdıkları belliydi ama bana, sende kimsin bakışları atıyorlardı.

"Size bahsettiğim kişi. Adı Mert, benim hayatımı kurtardı. Kendisi bir Türk'tür, lütfen kendisine karşı saygılı olun" dedi Yu Mi.

Bu sözler üzerine ortam yumuşadı. Bir tane ajan "memnun oldu Mert Ssi" dedi.  "Benim adım Kim Do Hyun. Annem de sizin gibi Türk."

Kore'liler ile Türk'lerin, Kore savaşından kalma dostlukları hâlâ sürüyordu. İki milletin kültürü de birbirlerine yakındı. Türk olmamın, burada kendimi rahat hissettireceğine inanıyordum. Yu Mi bizim Türkçe konuşmalarımızı anlamadan dinliyordu. Ekip lideri Do Hyun'un işaretiyle hepimiz arabalara bindik.

Yol boyunca Do Hyun ile sohbetimiz koyulaştı, birbirimize kanımız kaynamıştı. Aurası güzel ışıklar saçıyordu. Allah burada da iyi insanları karşıma çıkarmıştı.

Yu Mİ bizim konuşmalarımızı dinlerken mest olmuş, Türkçe'nin akıcı güzelliğine kendini kaptırmıştı.

Araçlar durduğunda, ajanlar önden inip önümüzde etten duvar örmüşlerdi. Durduğumuz binanın gizli servis olmasını bekliyordum ama karşımda büyük bir holdinge ait olabilecek bir plaza vardı.

İçeri girerken güvenlik protokolünü Do Hyun sayesinde atlattık. Yu Mi kadar o da bana güvenmeye başlamıştı. Üzerimdeki kıyafetler günlük spor giysiler olmasına rağmen, etraftan garip bakışlara maruz kalıyordum.

Yabancı olduğum göze çarpıyordu, üstelik kafam sıfıra vurulduğundan kelim de dikkat çekiyor olabilirdi.

Asansöre bindiğimizde 6 ajan, Yu Mi ve ben biraz sıkışmak zorunda kaldık. Plazalarda daha geniş asansör olacağını sanıyordum ama burası bir istisna olmalıydı.

Asansörden çıkınca uzun bir koridordan geçip, geniş camekânlı bir ofisin kapısını çaldılar. İçeriye girdiğimizde Yu Mi, "baba" diye bağırıp orta yaşlı bir adamın kollarına atıldı. Babası kızını öpüyor, kokluyor, hasret gidermeye çalışıyordu.  Birbirlerini bir daha göremeyecek olmalarından korkan bu iki kişinin kavuşması, odadaki diğer insanları da mutlu etmişti.

Do Hyun beni göstererek Korece bir şeyler söyledi. Adımın geçmesinden tanıştırıldığımı farz ettim. Öne çıkıp elini uzatan adamın elini sıktım. Eli elime değince garip bir görü başladı.

Adam kızına silah doğrultmuştu. Eli titriyor, terliyordu. Kızın arkasındaki birine bakarak konuşuyordu ama ne söylediğini anlamıyordum. Silahı ateşlerken kızın korkudan gözleri büyümüş bir halde çığlık attığını gördüm.

Görü bittiğinde adamın elini uzun zamandır sıktığımı fark edip elimi çektim. Şimdiden merak etmiştim. Nasıl bir olay, canı kadar sevdiği kızına ateş etmesini gerektirecekti. Hacı Anne'ye söz vermiştim, kızı ne pahasına olursa olsun koruyacaktım. Gerekirse babasından bile...

-DEVAM EDECEK-

Üçüncü Göz (SY)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin