Artık sınava hazırlandığım için hafta sonu daha erken kalkıyordum. Sabah her zamanki işlerimi hallettikten sonra telefonumu kontrol etmek için elime aldım. Gelen bir mesaj hem gülümsememe hem de hâlâ bir şeyler olabileceğine inancımı arttırmıştı.
*Yusuf: Günaydın!
*Yusuf: Biliyorum erken kalkıyorsun bu yüzden gecenin birinde sana Günaydın mesajı attım. Diğer türlü sen uyanmadan mesaj atamazdım.
*Yusuf: Kalbin kadar güzel bir gün geçirmen için senden izin istiyorum. Benimle öğle yemeğine gelir misin?
Heyecandan elim ayağıma dolaşmıştı. Kabul etmem de bir sakınca yoktu bence.
*İpek: Neden olmasın?
Büyük ihtimalle uyanmamıştı. Sabahın altısında uyanmak için bir nedeni de yoktu. "Ben geceleri daha iyi anlıyorum," derdi.
Saat neredeyse iki olmuştu. Hâlâ mesaj bekliyordum, unutmuş muydu acaba?
*Yusuf: Çok ama çok özür dilerim. Uyuyakalmışım. On dakikaya evin önündeyim.
*Yusuf: Yani on dakika sana yeter mi? Doğal olarak güzel olduğunu düşündüğüm için yeter diye düşündüm ben.
*İpek: Bana sadece beş dakika ver.
Yazıp hemen aynanın karşısına geçtim. Yunus'un yanında makyajsız olabilirdim ama şu an durum farklıydı. Dikişlerimi ve en önemlisi göz altı morluklarımı kapatmalıydım. Anneme hava almaya çıkacağım diyip evden çıktım.
Aşağı indiğimde Yusuf'un çoktan geldiğini fark etmiştim.
-Nereye gidiyoruz Yusuf Bey?
-Yeni açılmış bir mantıcıya.
Mantı doğrusu garip bir seçimdi ama benim için hava hoştu. Sonuçta işin içinde Yusuf vardı. Ne yaparsa yapsın zaafım olmuştu kendisi.
Hem mantının adının geçmesi bile canımı çektirmişti.
Hiç konuşmadan geçen yolculuğumuz Yusuf'un sorusuyla bölündü.
-Yaraların amma kolay geçmiş. Bir krem falan mı kullandın? Benim de kolumda dikiş varya o yüzden sordum.
Makyaj denen şeyden bir haber olan Yusuf'a kahkaha atarak güldüm. Neye güldüğümü anlamamış olacak ki
-Ne yanlış bir şey mi söyledim?
diye sordu.
-Hayır, sadece biz insanlar buna makyaj diyoruz.
-Oha! Ciddi misin? Bayağı gelişmişsiniz makyaj konusunda.
-İstersen sana da yapabilirim.
-Koluma mı? Makyaj mı? Yok kalsın. Ben doğal güzelliğim bozulsun istemiyorum. Hem her halimle güzelim.
Tepkisi o kadar güzeldi ki, gülümsemekten alıkoyamadım kendimi.
Çok güzel bir restoranta gelmiştik. Yusuf mantıcı demişti ama kesinlikle daha fazlasıydı. Menüde çok zengindi ama canım bir kere mantı çekmişti.
Yemeklerimizi güzelce yerken sohbet etmek istemiştim.
-Neden geldik ki şimdi birden?
-Çünkü sana istemeden de olsa zarar verdim. İçim hiç rahat değil. Sen kırılmayı, incinmeyi hiç hak etmedin İpek. Benden daha mutlu olmak senin hakkın.
-Herkes mutlu olmayı hak eder.
-Bak sana onca verdiğim zarara rağmen bunu diyebiliyorsun. O küçücük kalbinde herkese yetecek kadar sevgin var, umarım o sevgiden hiç mahrum kalmam.
-Kalmazsın herhalde, bilemem yani.
Daha fazla ne söyleyebilirdim, bilmiyordum. Ben de kocaman bir kaşık mantıyı ağzıma attım. Burası yeni favori yerim bile olabilirdi, mantıları mükemmeldi çünkü.
Kendime de inanamıyordum cidden. Yıllarca Yusuf'tan duyacağım birkaç iyi cümle için mücadele etmiştim. Şimdi o beklediğim iltifat gelmişti ve ben mantı mı düşünüyordum?
O an aklıma belki de sonucundan çok pişman olacağım bir fikir geldi. Neden Yusuf'u mezuniyet balosuna çağırmayacaktım ki? Hem o da bana iyi şeyler demişti. Belki bir şansım olabilirdi. Can da "Artık itiraf et kurtul," demiyor muydu?
-Yusuf sana bir şey söylemem gerek. Şey beni bölme olur mu? Ben seninle baloya gitmeyi çok isterim.
Olmuştu işte bir anda her şeyi söyleyivermiştim. Devamını da getirmeliydim.
-Ben seni seviyorum... Beşinci sınıftan beri içten içe seni sevdim. Artık zamanı gelmişti.
Yusuf'un yüzüne bakamıyor, masanın altındaki elimle oynuyordum. İçimde bir rahatlama hissettim ama bu kadar çabuk geçeceğini nasıl tahmin edebilirdim ki?
-İpek... İnan bana seni kırmayı hiç istemiyorum. Hem de hiç ama...
Ama? Belli ki kötü bir şey geliyordu. Ne yapmıştım ben?
-Ben Didem'i seviyorum İpek. Küçükken de seviyordum, şimdi de. Onu tekrar görünce ne kadar sevdiğimi hatırladım ben. Şimdi nasıl sana olumlu yanıt verebilirim?
-Ben sana bir teklifte bulundum, aşk hayatını dinlemek istemiyorum Yusuf!
Ağlamama engel olup biraz çıkışmıştım ama haklıydım. Bana nispet yapar gibi anlatması normal miydi?
-Anlamıyorsun, ben en başından beri Didem'in sahte mavi gözlerine hapsoldum.
-Çok iyi anladım, merak etme. Belki de sen de diğer insanlar gibiydin, sadece ben çok sevdim ve sen de gözümde değerlendin.
Eşyalarımı toplayıp masadan kalktım. Ağlamayacaktım. Eğer benim adım da İpek'se güçlü kalacaktım ama yapamıyordum. Sanki akşam yağan karı görüp sabah erkenden oynamak için uyanmışım da kar tutmamış gibi hissediyordum.
İçimde bazı parçalar eksilmiş, benden bir parça koparılmış gibiydi. En kötüsü de yaklaşık sekiz senem çöpe gitmişti.
Kendimi birine anlatmam gerekiyordu eve gitmeden. Bir köşeye geçtim ve aklıma gelen ilk kişiyi aradım.
-Alo.
-Can! Ben...
-İpek ağlıyor musun sen?
-Can ben itiraf ettim, bana bakıp Didem'i anlattı...
-İpek topla kendini, senin ona ihtiyacın mı var? Yusuf da Yusuf! Yeter topla kendini.
-Kolay mı sence? Onca olan şeyden sonra bile vazgeçemedim.
-Şu an mecbursun ama haksız mıyım?
-Değilsin, en çok da bu üzüyor beni.
-Zamanla alışacaksın, tek ihtiyacın zaman. Sadece konuşabiliyorum ben de. Elimden de başka bir şey gelmiyor ki!
-Sadece benimle konuşman bile yetiyor, inan.
-Hem bulmuş senin gibi gül kızı, neden sevmiyor anlamıyorum ki.
-Onun gülü başkaymış işte. Bende de hata var, işime gelmeyeni görmezden geldim.
-İnan bana yalnızca sen değil hepimiz aynıyız ama eğer o seni reddedebiliyorsa senin ona ihtiyacın yok demektir. İyi ki söyledin de daha fazla oyalamadın kalbini. Şimdi mezuniyeti ve sınavı düşün kısacası geleceğini düşün.-Teşekkür ederim iyi ki varsın.
Telefonumu kapatınca aklıma mezuniyet geldi. Şimdi ben oraya gidip de nasıl onların aşklarını izleyecektim ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİLHUN (TAMAMLANDI)
Novela Juvenilİpek'in okula gitmek için büyük bir nedeni vardı: Yusuf. İlk gördüğü anda ona aşık olmuştu. ~ Beni nasıl buldun? Ben bile kendimi bulamazken? Bir inanışa göre insanlar dört ayak, dört el ve iki kafayla doğarmış ve sonra birbirlerinden ayrılırlarmış...