4.6

3.3K 271 702
                                    

Kontrol edilmeden atılan bir bölümle daha karşınızdayım...

Bir kısmınızı çokça seviyorum, bekletmemek adına fırlatıp kaçıyoruum!

*

Bazı sözlerin yankıları ve artlarında bıraktıkları rüzgârları, bıçakları olurdu. Yankıları insanın kulaklarını acıtır, rüzgârları tenini dağlar, bıçakları en hassas deriye saplanırdı. Gemma'nın bana bakışı, yüzyıllık esarete hapsedilmiş masumların attığı bakışla bire bir aynıydı; kulakları acıyormuş, teni dağlanıyormuş ve en hassas derisinden yaralanıyormuş gibiydi bakışları. Bu bakışlar beni kendime getirdiğindeyse, her şey için çok geçti. Çünkü ben çoktan söylememem gerekeni söylemiştim. Şimdiyse arkasında yankıları, rüzgârları, ve bıçakları kalmıştı.

Elim gevşeyip Louis'nin kolundan kayarak vücudumun yanına, boşluğa düştüğünde, yutkunma sesim de paralel olarak kulaklarımda çınlamıştı. Diyecek, telâfi edebilecek bir sözcük aradım ama elimi uzatıp dilime süreceğim her kelime katran tadındaydı. Louis'nin bana döndüğünü hissettiysem de, ablamın o hayal kırıklığına uğramış yorgun bakışlarından alamıyordum bakışlarımı.

"Ben gideyim," dedi Louis bana yatıştırmaktan uzak ama sakin bir sesle. Ona baktım söylediğimin şaşkınlığını atamamış gözlerle, ve onun gözlerin de parlayan üzgünlüğü gördüm bakışlarımızın kesişmesiyle. Bakışlarımda bir parça yardım dileniyorsa bile, ne o, ne ben yardım edebilirdim sanırım kendime şu anda.

Başımı önüme eğmeden önce, gözlerinden bana uzanan ve beni sarmalamak isteyen, ama bunu yapamayacağını bildiği için çaresizlikle fersizleşen bakışlarını görebilmiştim. Louis, son kez Gemma'ya bakıp evden çıktığında, ablamla yalnız kalmıştık ve ben ne yapacağımı bilemez hâldeydim.

"Onu, beni karşına alacak kadar sevmen..." deyip durdu. Ama sanki devamında söyleyeceği bir şey yok gibiydi. İçinde uyandıracağı yankının canını acıtması ihtimaline karşılık, sadece sesli düşünüyor gibiydi daha çok.

Bazı sözlerin de içimizdeki yankısından korktuğumuz için o yankıyı dışarıda uyandırmak isterdik. Böyle zamanlardaysa en çok karşımızdakinin canı acırdı.

Ablamın taşıyamadığı yükü omuzlarıma bıramasına aldırış etmeden, "Sadece onunla birlikte olmak istiyordum," dedim kısık bir sesle. Omuzlarım düşmüş, göğsüm yorgun nefeslerle inip kalkmaya başlamıştı. "Ve bu istek gözümü kararttı. Ama anlık bir baş dönmesi gibiydi sadece; gözlerimi karartan o isteği sindirecek kadar ayıltıcı bir sevgi var içimde sana karşı ve bu yüzden üzgünüm, abla. Lütfen bu söylediğimi söylememişim gibi yapabilir miyiz?"

Ablamla aramızda geçen ve bana asırlar sürmüş gibi gelen bakışmamız, zilin çalmasıyla bölünmüştü. Ablam bir şey demeden koltuğa çöktüğünde, iç çekerek salondan çıktım ve kapıya ilerledim. Kapıyı açtığımda, elleri cebinde, uzun boylu iki adam ve onlara oranla kısa, kilolu üç adamla karşılaştım. Kaşlarım çatıldığında, arkadaki kilolu olan, "Bu muymuş," demişti heyecanla.

Kaşlarım daha da çatılırken, "James," demişti uyarırcasına esmer olan genç adam. Gözleri çözemediğim kahve tonlarında ilgi çekici bir renge sahipti. Simsiyah saçları, kaşları ve siyah gür kirpikleriyle birlikte epey ürkütücüydü bana göre.

"Merhaba, Harry," dedi sevecen bir sesle yanakları tombul olsa da fit görünümlü olan, ve adını bilmediğim kişi.

"Merhaba?" dedim sorarcasına. Elim kapıda, dik dik ela gözlerine bakıyordum.

𝐂𝐨𝐧𝐧𝐞𝐜𝐭𝐞𝐝𝟤.𝐦𝐞//𝐋𝐚𝐫𝐫𝐲 𝐒𝐭𝐲𝐥𝐢𝐧𝐬𝐨𝐧Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin