Bölüm 3: Zamana Karşı

429 85 19
                                    


Kaybedecek fazladan vaktim yoktu. Eğer bana sığınmış tilkinin hayatını kurtarmak istiyorsam, dağın daha nemli bölgelerine inmem ve kralçiçeği toplamam gerekiyordu. Hiç oyalanmadan yol alsam bile, ancak gün battıktan saatler sonra dönebilecektim. Gece yolculukları her zaman kendi risklerini beraberinde getirirdi. Hem kızıl tilkinin hem de kendi iyiliğim için seri hareket etmek zorundaydım.


Heybemin içerisini mağaranın yüzeyine gelişi güzel boşaltıp, sadece su mataramı yanıma aldım. Hem daha hafif olacaktım hem de topladığım bitkiler için yere ihtiyacım olacaktı. Güneşin ayyuka çıkması ile birlikte iyice bitkinleşen hayvanın yanına çöküp, son bir sefa tüylerini okşadım.

"Merak etme, ufaklık. Sen daha farkına varmadan gidip, geleceğim" dedim.

Bir an için mavi gözlerini güçlükle açıp, yüzüme baktı. Bir an sonra kendini tekrar ateşli bir uykuya bırakmıştı.


Mağaranın ağzına doğru ilerleyip, dışarı çıktım. Henüz günün ilk saatleriydi. Taze ve nemli bir rüzgar, kalan uyku kırıntılarımı da süpürüp gitti. Karnım bir beklenti ile guruldadığında, onu duymazdan gelip yola düştüm. Yolculuğum sırasında yolda karşıma çıkacak hızlı bir atıştırmalık dışında kahvaltı etme şansım yoktu. Bugün doğadan çok fazla şey bekliyordum. Hem iyileştirici gücünü, hem de doyuran anaç elini... 


Bütün dikkatimi çevreme yöneltmeme rağmen, güneş tepeye yükselene kadar bana faydası dokunabilecek hiç bir bitkiye denk gelmemiştim. Çıplak ayaklarımın itirazını görmezden gelerek, dağın keskin yamacından aşağı hızla ilerleyişimi sürdürmüştüm. Gerçi tuttuğu onca nasırdan sonra, onlara ayak yerine toynak demek daha doğru olurdu. Kişisel bakım seviyem, üzerimdeki paçavra tunik ile uyumlu bir hava içerisindeydi. Tilki gibi ateşlenip hastalanmadan önce, benim de içine girip temizlenebileceğim bir su birikintisi bulmam şarttı.


İlk kısa molamı, irice bir taşın yanına kazdığı kuyudan çıkan orman tavşanına denk geldiğimde vermiştim. İstemsiz bir duraksamaydı bu. Hayvan, delikten önce burnunu çıkarıp havayı koklamış, daha sonra bedeninin geri kalan kısmı da burnunu izlemişti. Aramızda yalnızca bir kaç dakikalık mesafe vardı. Bembeyaz, uzun tüyler ile kaplı kürkünü seçmek kolaydı. Belli ki yiyecek bir şeyler bulmak için yuvasının güvenliğini terk etmek üzereydi. İçimde bir yerlerde, hala o tavşan ile yarışmak isteyen meraklı bir yetim vardı. Gırtlağıma kadar yükselen beklenti hissini güç bela bastırdım. Avlanmak ya da oyun oynamak için zamanım yoktu. İlerleyişime devam ettiğimde varlığımı fark eden hayvan panikle yuvasına kaçtı.


Geniş orman arazisi manzaramı süslüyordu, fakat o bölgeye ulaşmak için hala saatlerce yolum vardı. Mesafeyi kapattıkça, arazi de değişiyordu. Her köşesinde küçük hareketlilikler yaşanan, nispeten daha yeşil çalılar, otlar kendini gösteriyordu. Eğer ava çıksaydım asla denk gelemeyeceğim sülün kuşları, sincaplar, üveyikler görmüştüm. Acelemi fırsat bilip, bana şöyle bir baktıktan sonra kendi yollarına doğru çekip gitmişlerdi. Öte yandan kralçiçeğinden eser yoktu. Yeşil yapraklarının ortasında açan beyaz bir çiçek ile, seçmesi çok kolay bir bitkiydi. Gözden kaçırmış olmam mümkün değildi. Anlaşılan, gerçekten de orman sınırına kadar inmek zorunda kalacaktım.


Ağaçlar giderek sıklaşmaya başlayıp, orman arazisinin içerisine girdiğimde güneş de tepedeki yerini kaybedip, alçalmaya başlamıştı. Bir defa bu bereketli alana girdiğimde, aradığım şeyi bulmam zor olmadı. İlk fark ettiğim kralçiçeği bitkisinin yanına çöküp, dikkatlice topraktan söktüm. Ne olur ne olmaz diye bir kaç tane daha toplamak üzere çevreme bakınmaya başladım. Bulduğum şey, yeni bir şifalı bitki değildi. Kırık bir dal parçası ve belirli bir açı ile ezilmiş kuru yapraklardı. Aldığım eğitimden sonra, artık bir insana ait taze ayak izlerini nerede olsa tanıyabilirdim.

EJDER RUH 2. KİTAPHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin