Son bir kaç gündür peşimi bırakmayan öksürük krizlerinden bir tanesi ile uyanmıştım. Ateşim düşmüş olmasına rağmen, ciğerlerim kendini parçalamaya devam ediyordu. Tulga bir an için uyanıp, gerisin geriye tekrar uykuya dönmüştü. Uzandığım yerden görebildiğim gökyüzü, güneşin doğmasına kadar hala bir kaç saat kadar olduğunu söylüyordu. Keta yanıma uzanmış, tembel gözler ile beni izliyordu. Islanmaktan hoşlanmayan hayvan, dinen yağmuru fırsat bilip, Pende 'nin sokaklarında keşfe çıkıp durmuş, bütün enerjisini yakmıştı.
Kabzasından tuttuğum kristal kılıcı inceliyordum. Parmaklarımın şekli, soğuk cevherin kabzasına işlenmişti. Onu ilk kavradığımda, henüz eriyik bir haldeydi. Elime tam olarak oturuyordu. Parmağımı keskin yüzeyinin üzerinde gezdirdiğimde, saatlerce bilenmiş bir kılıçtan çok daha keskin olduğunu fark ettim. Bütün bu özelliklerine rağmen, gece karası, kristal kılıç benim için kullanışsızdı. Her şeyden önce olması gerektiğinden kat ve kat ağırdı. Henüz kendi çelik palamın ağırlığına yeni alışmışken, kollarımın bu kılıcı rahatça sallamasının bir imkanı yoktu. Ağırlığa ek olarak, bir de uzunluk sorunu vardı. Alıştığım kısa pala ve piyade kılıçlarının neredeyse iki katı uzunluktaydı. Böyle bir silah ile dövüşmeyi bilmiyordum.
Ejder yanım kontrolü ele aldığında, kristal kılıç ile dehşet saçmıştım. Ne ağırlığın ne de boyutunun bir önemi yoktu. Gücümün bir sınırı yok gibiydi ya da henüz sınırlarını test etmek için bir fırsatım olmamıştı. Bu denli bir gücü eğer aklım başımda olarak kullanabilseydim, belki o zaman gerçekten çevremde dönen bu kölelik saçmalıklarına bir son verebilirdim. Tanıştığım insanların benden bunu bekledikleri görebiliyordum. Dönüştüğüm şeyin doğasını ya görmezden geliyorlardı ya da hafife alıyorlardı. Eğer kendimi kontrol etmeyi öğrenemezsem, yarardan çok getirebileceğim zararın boyutlarını tahayyül edemiyorlardı.
Öksürüklerim ile virane çiftlik evini paylaştığım insanları uyandırmamak için dışarıya çıkmış, güneşin doğuşunu izliyordum. Dünya sanki nasıl işlemesi gerektiğini hatırlayıp, hatasını telafi etmek istercesine hızla soğuyordu. Kış mevsimindeydik. Kendimi bildim bileli, mevsim sözcüğü yalnızca zamanı ölçmek için kullanılırdı. Sanırım artık işler böyle değildi. Köy halkı yağmurlar için her ne kadar sevinçli olsa da, normale dönen mevsim sıcaklıklarına hazırlıksız yakalanmışlardı. Hiç birimizin kendini korumak için kalın giysileri yoktu. Sağda solda, yıkık evlerin içlerinden alınmış kilimler, halılar ve uyku postları ile sarınmış, ısınmaya çalışan insanlar görebiliyordunuz. Yakılan ateşler, artık sadece güvenlik ve yemek pişirmek değildi.
"Günaydın. Erkencisin." dedi kapıdan çıkarak yanıma gelen Tulga.
"Öksürük..." dedim oturduğum verandanın zemininden.
"Havalar böyle giderse, hepimiz öksürük krizlerinde sana katılacağız" diye yorumladı pelerinine sarılan adam. "Üşümediğine emin misin"
Başımı sallayarak adamı temin ettim.
"Karan elinden geleni yaptı ama sana işini bilen bir şifacı bulmamız gerek" dedi.
"Bana bulmamız gereken kimse bir rahip, Tulga. Bir Malahgard rahibi" dedim bitkince.
"Her şey sırayla. Hem rahiplerin kehanetleri gerçekleştiğine göre, onları gözden kaçırmamız artık imkansız. Kalabalıkları takip etmemiz yeterli" dedi adam tatsızca.
Doğru söylüyordu. Siyah cübbeler ile ortada gezinen ve asıl niyetleri belirsiz olan rahiplerin popülerliği artmış olmalıydı. Fanatizm her zaman tehlikeli bir olguydu. Öğrenmek istediklerime bir an önce ulaşmak zorundaydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EJDER RUH 2. KİTAP
FantasyMarver kendini, Dirastya 'nın tamamına yayılan bir isyanın ortasında bulacaktır. Yerel halk saraydan hesap sorarken, Marver hem güçlerini kontrol etmenin bir yolunu bulmak, hem de kaderin ona çizdiği rolü oynamak zorunda kalacaktır. Savaşı, aşkı, ih...