Karanlık, birbiri ardına patlayan ışık hüzmeleri ile dağıldı. Benimden çekilmiş, sonsuz görünen bir renk ve ışık tünelinde uçuyordum. Kırmızıdan yeşile, maviden turuncuya iç içe girmiş renkler hızla dönüyor takip edilemez bir girdap oluşturuyordu. Sanki görünmez bir el beni göğsümden kavramış, evrenin dokusu içerisinde son hızla sürüklüyordu. Gözlerimi kapatıp, bağırdım. Sesim kendi kulaklarıma bile ulaşmadı.
Rüzgarın ağaç dallarının arasında çaldığı ıslığı işittiğimde, gözlerimi yeniden açtım. Nerede olduğumu anlamam yalnızca bir anımı aldı. Nehiryeli kasabasının yetimhanesindeydim. Bakımsız bahçede durmuş, pejmürde bir köylünün ana kapıya yaklaşmasını izliyordum. Adam, kollarında tuttuğu bir bohça ile kapıyı çaldı. Kapı, bir süre sonra açıldığında Bayan Bitto tam karşımda duruyordu.
Tek bir adım bile atmamama rağmen, kendimi ikilinin hemen yanında buldum.
"Bu siz misiniz Bayan Bitto" diye sordum kadına.
Ezbere bildiğim o sert hatları olan, somurtkan yüz, hatırladığımdan çok daha gençti. Kadın beni duymamış gibi, kapıyı çalan adama cevap verdi.
"Ne vardı" diye sordu kadın.
"Bunu Yalnızdağ 'dan getirdi askerler" derken, adamın uzattığı bohçanın bir yüzü ve sesi olduğunu fark ettim.
"Yeni bir tane daha mı? Bu hafta bu kaçıncı.." diye burun kıvırdı kadın kollarını uzatırken.
Bebek, Bayan Bitto 'nun kucağına geçerken kuvvetle ağlıyordu.
"Yol boyu susmadı. Göğsünde bir yanık yarası var. Canı yanıyor zavallının heralde" dedi köylü.
"Biz gerekeni yaparız" diyen kadın bebeği alarak, kapıyı adamın suratına kapattı.
Bir ışık patlaması ile kendimi kasabanın başka bir kısmında buldum. Zaman değişmiş, bebek büyümüştü. Kısa boyu yüzünden, parmak uçlarına kalkarak, terzinin tezgahına bir avuç dolusu parayı boşaltıyordu.
"Burada dört buçuk dahne anca var. Size verdiğim yumaklar 5 ediyor. Bacak kadar boyunla beni mi kazıklayacaksın" diye payladı terzi, tek tek paraları saydıktan sonra.
"Bana ne verdilerse onu getirdim. Belki tekrar sayarsanız-" dedi çocuk omuz silkerek.
"Sen bana akıl mı veriyorsun, hırsız köpek" diyen adam çocuğun önüne gelerek, okkalı bir şamar patlattı. "Kardeş Ruvan 'a söyle, ya paramı eksiksiz gönderir ya da bir daha benden iplik bile alamaz"
Çocuğun yediği tokata rağmen, meydan okur gibi bakan gözleri dolu dolu olmuştu. Elim istemsizce kendi yanağıma gitti. Acısını hatırlıyordum. Gördüğüm olay gerçekleşirken, sekiz yaşından daha büyük değildim. O günün en çok hatırımda kalan kısmı, beni tartaklayan terzinin, ben çıkarken içeri giren çocuklu aileyi gülümseme ve sahte bir neşe ile karşılamasıydı. Yetim kelimesinin gerçek anlamını o gün anlamıştım.
Işık tekrar patladığında, tanıdık bir karanlığın içindeydim. Yetimhanenin koridorunda durmuş, yerde tekmeler yiyen kendime bakıyordum. Göbek ve Bahab bana acımasızca vururken, başımı dizlerimin arasına almış, dertop olarak hiç ses çıkarmıyordum. Gördüğüm öfkeli yetim ile, benden özür dileyip, kasabasını savunmak üzere hayatını hiçe sayan Kendar arasında bir uçurum vardı. Çocukların yanına gidip, elimi Göbek 'in omzuna koymaya çalıştım. Parmaklarım, tombul çocuğum omzunu delip geçmişti. Varlığımı hissetmemişti bile.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EJDER RUH 2. KİTAP
FantasyMarver kendini, Dirastya 'nın tamamına yayılan bir isyanın ortasında bulacaktır. Yerel halk saraydan hesap sorarken, Marver hem güçlerini kontrol etmenin bir yolunu bulmak, hem de kaderin ona çizdiği rolü oynamak zorunda kalacaktır. Savaşı, aşkı, ih...