Bölüm 13: Tutsak

19 1 0
                                    


1 hafta sonra

Geçmek bilmeyen baş ağrımla yattığım yerden doğruldum. Yataktan kalkıp odadan çıktım ve mutfağa doğru yürüdüm. Elimde kalan son ağrı kesiciyi de içerken boş kutuyu çöpe attım.

Saatler geçmesine rağmen hala uyuyamıyor, baş ağrımı geçirecek bir yol arıyordum. Mutfaktan çıkıp salondan açılan balkona doğru, yerdeki birkaç içki şişesini iterek çıktım. Hava yeni aydınlanıyordu. Hafif rüzgar bedenime çarparken gözlerimi kapattım ve havayı hissetmeye çalıştım.

1 haftadır buradaydım. Geldiğim gün Ekin'den aldığım bir mesajla telefonumu kapatmış, herkesle iletişimimi kesmiştim. Mesaj aynen şöyleydi;

"Güneş, sürekli arıyorum ama açmıyorsun. Bunu söylemem ne kadar doğru, ne kadar umursuyorsun bilmiyorum ama söylemek istiyorum. Aras gitti. Yurt dışına. Ne zaman döner, ya da döner mi bilmiyorum. Sadece... Haberin olsun. Mesajımı aldığında ara.

Ekin."

Gitmişti... Benden uzağa, yurt dışına. O gün davette zaten söylemişti gideceğini, sadece bunu beklemiyordum işte... Temelli mi gitmişti? Geri dönecek miydi? Bitirmiş miydi? Ben bu soruların cevabını arayıp bulamazken kendimle baş başa kalıp herkesten uzaklaşmıştım. Ekin'i aramadım. Arayacak yüzüm yoktu. Ayrıca korumalardan öğrendiğim kadarıyla da Nevzat benim her hareketimden haberdardı ama kimseye bir şey söylemiyordu. Kaan, Mahşer, Kumsal, Demir... Beni merak etmişler miydi çok?

Gözlerimi açıp yeşilliklerle çevrili etrafa baktım. Ağaçta huzurla oturan beyaz kediye, uçan kuşlara, daldaki kargaya... O sırada zil çaldı. Sabah sabah kim olduğunu düşünürken balkondan çıktım ve dış kapıya yürüdüm. Kapıyı açtığımda elinde bir kutuya bir koruma karşımdaydı.

"Kusura bakmayın Güneş Hanım, Nevzat Bey bunları size gönderdi."

Başımı sallayıp elindeki kutuyu aldım ve kapıyı kapattım. Kutuyla beraber salona girdim. Onu masaya bırakıp kapağını açtım yavaşça. İçinde birkaç tane kitap, iki tane büyük mum, bir anahtar ve bir kağıt vardı. Kağıdı açtım ilk önce. Bir yazı yazıyordu.

"Bazı kitaplar senin istediğin duruma göre şekil alamazlar. Onları olduğun ruh haliyle okuyamazsın, olman gereken ruh halindeysen okuyabilirsin ancak. Gülümseyerek Kafka okuyamazsın, hissederek ya da kendinle çelişkiler içerisindeyken Dostoyoveski'yi anlayabilirsin ancak, Musil ise... Yalnızlığı anlatır. Anlarsan, okuyabilirsin. Perec zavallı kalmayı anlatırken, Bernhard okuyorsan pişmanlığı tadarsın. Kısacası Güneş, kitaplar karşısında her zaman olduğun kişiye değil, olman gereken kişiye bürünürsün. Olman gereken kişiye bürünmen için bu kitaplar. Onlara ihtiyacın olduğunu biliyorum. Mumlar ise... Kitap okurken kullanırsın. Ya da sadece sevdiğin için..."

Bu adamı anlamak mümkün değildi...

Kağıdı kutuya bırakıp anahtarı aldım elime. Küçük bir kağıda yapıştırılmış, üzerinde adres yazıyordu. Notta neresi olduğuna dair bir bilgi yoktu.
                             Anlamsız gözlerle anahtara bakmaya devam ettikten sonra adrese gitmeye karar verdim. Zaten evdeydim, yapacak başka bir işim yoktu. Anahtarı da alıp odaya girdim ve valizden üzerime sadece bir ceket aldım. Üzerimde zaten eşfortman ve tişört vardı. Kapının önüne geldiğimde postallarımı giydim ve dışarı çıktım. İçerideki iki korumadan bir tanesi bana dönerken anahtarda ki notu çıkardım ve ona verdim. "Buraya gidiyoruz."

Başını salladı ve beraber arabaya geçtik. Evden çok değil, sadece 10 dakika sonra varmıştık. Arabadan inip elimde sıkıca tuttuğum anahtarla geldiğimiz yere baktım. Bir apartman dairesine benziyordu. Büyük ve eski. İzbe bir yerdeydi ve etrafta eski bir otobüs durağından başka hiçbir şey yoktu.

Kayıp Bedenler (2)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin