3.5

10.2K 824 337
                                    

Hayatta tutunacak dallar arardı insan. Bazen bir insana, bazen bir eşyaya, bazen ise sadece kendine. Ben kendime tutunuyordum. Hayattaki tek varlığım annem olmasına rağmen, anneme tutunamazdım. Annem sadece kendisiyle ilgilensin, beni düşünmesin istiyordum. 5 yaşımda babamı trafik kazasında kaybettikten sonra annemin de dünyası başına yıkılmıştı. Babamı ne kadar çok sevdiğini ve düşkün olduğunu biliyordum. Yıllarca böylesine büyük bir acıyı tek başına yaşamış, bir an olsun bana yansıtmamaya çalışmıştı. Geceleri küçük bir çocuk misali yorganın altına girerek saatlerce ağladığını lâkin ben üzülmeyeyim diye ses çıkarmamaya çalıştığını biliyordum. 

Aynısını ben de yapıyordum.

Babamın ölümünden sonra bir kez bile beraber ağlamamıştık annemle. İkimiz de bu konuyu birbirimize açmıyorduk. Odalarımıza çekilerek birbirimize göstermeden ağlamaya çalışsak da ben annemi fark ediyordum lâkin o benden habersizdi. Hayatım boyunca kimseye içimi dökmemiştim, babam hakkında tek kelime etmemiştim. Tüm gözyaşlarımı içime akıtıp, güçlü durmak adına kendimi şartlandırmıştım. Gururundan gözyaşı dökmeye utanan bir kızdım. Belki de kendimi yalnız hissetmemim asıl sebebi buydu: İçime akıttığım gözyaşlarının bir göl haline gelerek beni içten içe boğması ve benim yüzme bilmemem.

Son ders, matematikti. Matematik günün hiçbir saatinde çekilmese de son ders olması ayrı eziyet gibi geliyordu. Sırtımı geriye doğru yaslayarak camdan dışarıya baktım. Sabahtan beri yağmur yağıyordu ve ben hazırlıksız yakalanmıştım. Montum ya da şemsiyem yoktu ama Uzay dert etmememi söylemişti. Bugün ondan ayrılmayı kafaya koymuştum lâkin tüm teneffüslerde futbol oynadığından dolayı konuşmaya fırsatımız olmamıştı. 4 gün sonra okula gelip, ondan ayrılamamak beni fazlasıyla germişti. Mutsuzluktan ne yapacağımı bilemiyordum. Tüm dünyam ellerimden alınmış gibi hissediyordum. Bu mesele içime öylesine dert olmuştu ki kalp atışlarım hızlanıyor, gözlerim kararmaya başlıyordu. Sanki soluduğum hava nefes almam için yeterli değil gibiydi. 

Öğretmen tahtada kendi kendine soru çözerken bakışlarımı duvar kenarı, en arka sırada oturan Aden'e çevirmemle göz göze gelmemiz bir olmuştu. Yeşilleri, elalarımla buluştuğunda fazlasıyla bitkin gözüküyordu ancak hâlâ yakışıklıydı. Fazlasıyla belirgin yüz hatlarıyla bütünleşen kahverengi saçları dikkat çekici gözükmesine neden oluyordu. Okula yeni gelmesine rağmen popüler erkeklerin arasında yer almayı başarmıştı. 

Bakışlarını yanımda oturan Uzay'a çevirdiğinde gözlerini devirerek önüne döndü ve bakışlarını tahtaya çevirdi. Uzay'dan ayrılmamam içimde büyük bir dert oluşturmuştu. Göğüs kafesimi yıkmak istercesine atan kalbim, Aden'i gördüğümde sıkışır gibi oluyordu. Bir anda içimi saran duygular öylesine güçlüydü ki günlerce hüngür hüngür ağlamak istiyordum.

Aniden zil çaldığında gözlerimi yumarak derin bir soluk çektim. Öğretmen dersi bırakırken, "İyi günler gençler." demişti. Tüm sınıf ayaklanarak toplanmaya başladığında, sınıfta oluşan gürültü fazlasıyla rahatsız ediciydi ama yıllarca çekince insan alışıyordu.

Uzay gözlerimin içine bakarak, "Hadi gidelim sevgilim." dediğinde çantamı sırtıma takarak ayağa kalkmıştım. Gözlerim tekrardan Aden'i bulduğunda bakışlarındaki kırgınlık yüreğime ilmek ilmek işleniyordu.

Sanırım Aden her şeyi gözlerinde yaşıyordu. Gülümsediğinde gözleri parlıyor, üzüldüğünde ise karanlığa gömülüyordu. Gözleri yeşildi lâkin simsiyah bakıyordu. Bu adam çok kırgındı, paramparça olan kalbinin parçaları yere gürültüsüz bir şekilde saçılıyordu. Sessizdi ama gözleri susmak bilmeden konuşuyordu.

Gözyaşlarımı baskılamaya çalışarak yürümeye başladığımda Uzay da peşimden geliyordu. Tüm sınıf bomboş kalmıştı. Yan yana merdivenlere yürüdüğümüzde tüm öğrenciler okuldan çıkmaya çalıştığından dolayı bayağı kalabalık vardı. Uzay bana bir şeyler anlatıyordu ancak aklım tamamen farklı yerdeydi. Söylediği şeylere kafamı sallıyor, bazen ise gülümsüyordum. Yavaşça aşağıya indiğimizde sürekli arkama bakıyordum ancak Aden'i göremiyordum.

Birdenbire Uzay'ın telefonu çaldığında merdivenlerden aşağıya inmiştik. Bir kenara çekilerek öğrencilerin geçmesine izin verdik. Kaşlarımı çatarak ekrana bakmaya çalıştım. "Kim arıyor?"

"Annem." dedi Uzay sakince. Daha sonra telefonu kulağına götürdü ve gözlerimin içine baktı. "Efendim anneciğim?"

Hiçbir aksülamel vermeden öylece suratına baktığımda fazlasıyla ciddi gözüküyordu. "Tamam anne geliyorum." dedi birdenbire. Sesi telaşlı gelmişti. Telefonu hızlıca kapatarak cebine koyduğunda yaklaşarak yanağımı öptü. "Hayatım benim hızlıca gitmem gerekiyor. Annem kapıda kalmış, anahtar bende." 

Başımı hafifçe salladım. "Tabii, git. Ben tek başıma giderim, merak etme."

Uzay gülümseyerek göz kırptığında yanımdan ayrılarak hızlıca yürümeye başladı. Öğrencilerin arasına karıştığında şaşkınca arkasından bakıyordum. Bu kadar dolu yağarken beni yalnız bırakacağı düşünemezdim. Gerçi, söz konusu annesiydi ve onu da düşünmek zorundaydı. Anlayışla karşılayarak yavaş adımlarla çıkışa doğru yürümeye başladım. Ata ve Begüm'ü kaybettiğim için mecbur eve tek başıma gidecektim. Islanmak iyi gelebilirdi. Hem eve kadar yürürken yağmur eşliğinde şarkı dinlemek oldukça güzel bir aktiviteydi. Çantamın küçük gözünden kulaklığımı çıkararak telefona taktım ve en sevdiğim şarkıyı, Cem Karaca'nın Bu son olsun şarkısını açtım.

Şarkıyı mırıldanarak okuldan çıkış yapıyordum ki, bir anda önüme Aden'in çıkmasıyla duraksadım. Yağmur bardaktan boşalırcasına yağıyordu ve herkes şemsiyelerini açarak merdivenlerden aşağıya iniyor, okul bahçesinden hızlı adımlarla ayrılıyordu. Yağmur sesi fazlasıyla huzur verici, toprağın derin kokusu nefes açıcıydı.

Aden irislerime kadar bakarken, kulağımdan gelen şarkı sesiyle sanki bir filmin en romantik sahnesini çekiyormuşuz gibi hissettiriyordu.

Sana yıllar ömür boyu. Ne yalnızlık ne de yalan üzmesin seni. Doğarken ağladı insan. Bu son olsun bu son

Yavaşça tek kulağımdaki kulaklığı çıkarıp gözlerinin içine bakmaya devam ettiğimde kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Benden oldukça uzun olduğundan dolayı başımı hafifçe yukarıya kaldırıyordum. Yeşil gözleri öylesine derin bakıyordu ki nefesim kesiliyor, ruhum okşanıyor, yüreğim zil çalıyordu.

Elindeki siyah şemsiyeyi bana doğru uzatarak, "Al." dedi sessizce. "Islanma, üşütürsün."

Bugün sen çok gençsin yavrum. Hayat ümit neşe dolu. Mutlu günler vaad ediyor. Sana yıllar ömür boyu.

"Gerek yoktu." dedim titreyen dudaklarımı bastırmaya çalışarak. Ağlamamak için kendimi sıkmaya başlamıştım.

Aden başını sallayarak, "Gerek var. Alır mısın?" dediğinde bakışlarını sanki son kez görüyormuşçasına suratımda gezdiriyordu. "Ben başımın çaresine bakarım."

"Teşekkür ederim." dediğimde aynı zamanda şemsiyeyi elime almıştım. Gözlerimi gözlerinden bir an olsun ayırmıyordum. Bakışları ruhumu hipnoz ediyor, aklımı çeliyordu. Böylesine mükemmel bir adam nereden karşıma çıkmıştı? Her şey bir hayal ürünüymüş gibi hissetsem de kanlı canlı karşımdaydı.

Yanından geçip gittiğimde şemsiyemi yavaşça açtım. Aden arkamdan konuşuyordu. "Niloyayı korumak Tospiğin en önemli görevi. Her ne kadar niloya haksız olsa da, aşık işte n'aparsın..."

Birdenbire gülümseyerek arkamı döndüğümde, "Tospik haklı falan değil, niloya haklı." dedim gözlerinin en içine bakarak. 

Başını salladığında hafifçe gülümsüyordu ama gözleri acı içerisindeydi. "Haklı ya da haksız ne fark eder, niloya tospiğin olmadıkça."

-

Son.

Kalemim hoşunuza gidiyor mu? Gidiyorsa, beni takip etmeyi unutmayın. Hayallerim çok büyük. Bu yolda benimle olursanız sevinirim. Bu kitapla ilk kez tanışıyoruz. ^^🥺

İrem Aydın.

kişisel instagram: purpledevias

inci kolyeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin