Çarşamba günü derslerin en yoğun olduğu gündü. Sabah matematik, kimya, fizik diye giderken Allah sonunda sesimizi duymuştu. Kimya dersinde konferans salonuna çıkıyorduk. Okula yeni bir müdür atandığından dolayı büyük ihtimalle bizimle tanışmak için böyle bir etkinlik düzenlemişti.
Merdivenlerden çıkmaya devam ettiğimizde konferans salonu en üst katta olduğu için halden düşmüştük. "Denisa," dedi Begüm nefes nefese merdivenlerden çıkarken. Yüz kez bana ağırlığını vermemesini söylüyordum ancak dinlemiyordu. Elini koluma yapıştırmıştı. "Sanırım yeni müdür, oğlunu da yanında getirmiş. Herkes çocuğu konuşuyor."
Gözlerimi devirdim. Muhtemelen müdür çocuğu olduğu için hayatı boyunca ders çalışmış ve sürekli ismini bilmediğim, ne zaman yapıldığını bile anlayamadığım sınavlara girip birinci olmuştu. Müdür de tüm konuşması boyunca kendi oğlunun sınavlarda başarılarından bahsedecekti. Klasik.
Uzay gülümsedi. "Okulumuzda her şey tamamdı, bi müdürün oğlu eksikti. Türk dizilerine dönüyoruz sanırım."
Gülümsedim ve başımı iki yana salladım. Aniden biri elini omzuma attığında ise, başımı arkaya doğru çevirdim. Koray'dan başkası değildi. Serseri gibi gülümseyerek yüzüme bakıyordu. "Nasılsın sevgilim?"
"İyi," diyerek elini sertçe ittirdim. "Proje ödevim nasıl gidiyor? Yapıyorsun değil mi?"
"Tabii ki yapıyorum," dedi Koray gülümserken. "İstediğin başka makyaj malzemeleri var mı?"
"Akşam listesini atarım." dedim gözlerimi devirerek. Bu kadar salak olmamalıydı. Sırf biriyle 2 ay sevgili kalmak için asla böyle şeyler yapmazdım. Resmen göz göre göre kölem olmuştu ve halinden fazlasıyla memnun gibiydi.
Hep beraber konferans salonuna çıktığımızda ön ve arka sıralar çoktan dolmuştu. Biz de her zamanki gibi orta sıralardan birine geçerek oturduk.
Bir yanımda Koray, diğer yanımda Begüm vardı. Müdür kürsüye geçerek konuşmaya başladığında gözlerimi devirdim. Oldukça kibirli bir adama benziyordu. Başının kel olduğu da dikkatimden kaçmamıştı. Sanırım okul müdürü olmak için en gerekli şey, kel olmaktı. Bilerek mi seçiliyorlardı, anlamıyordum.
Begüm kulağıma doğru yaklaşarak fısıldadı. "Oğlunun ismi Aden'miş."
Aden...
Aden, çocukluk aşkımın ismiydi. O anlar zihnime çığ gibi düştüğünde başımı iki yana salladım. Aşık olduğum ilk ve tek erkekti. Yıllar sonra yine aklıma gelmişti. Belki çok saçmaydı ama yine de güzel günlerdi.
Sadece 10 yaşımdayken, onu deli gibi sevdiğimi hatırlıyordum. Aynı sokakta oturuyorduk ama hiç beklemediğim bir gün taşındığını öğrenmiştim. Bana veda bile etmemişti. Her neyse, zaten onu çoktan unutmuştum. Yıllardır hatırlamıyordum.
"Denisa, neden hep boyuna tasma takıyorsun?" diye sordu Aden, elindeki oyuncak uçağı yere bırakarak.
Kaşlarımı çatarak, kafasına sertçe vurdum. "Düzgün konuş. O tasma değil. Babamdan bana kalan tek şey. İnci Kolye."
Aden gülümsedi. "Hayatın boyunca çıkarmayacak mısın?"
Hayatımda her şey normaldi, tek sorun: Babam yoktu.
"Hayır," dedim başımı iki yana sallarken. "Kolye boynumdan çıkarsa, babamı tamamen kaybetmiş gibi hissediyorum. O beni koruyor, babam öyle demişti."
"Ya koybolursa?" dedi Aden gözlerini iri iri açarak. "Sakın üzülme, olur mu? Ben senin için aynısını bulurum."
Gülmeye başladım. "Kaybetmem. Ayrıca nasıl bulacaksın?"
Elini koluma götürerek okşamaya başladı. "Bulurum, yoksa bile yaratırım. Üzülmene katlanamam Denisa. Sana gülmek yakışıyor."
O anlar gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçtiğinde başımı iki yana salladım ve farkında olmadan yaşlarla dolan gözlerimi silmeye başladım. Aden, benim için çok farklıydı. Mükemmel bir çocuktu, çocukluğumun tamamı ona aitti. Birdenbire onu hatırlamak beni duygulandırmıştı. Sanırım çocukluğumu özlüyordum.
Begüm kaşlarını çattı. "Ne oldu sana? Müdürün oğlu seni heyecanlandırdı mı?"
"Hayır," dedim başımı iki yana sallayarak. "Sadece Aden isminin anlamı bende fazlasıyla büyük."
Begüm başını olumlu anlamda sallarken, ellerimi boynundaki inci kolyeye götürdüm. 5 yaşında babamı trafik kazasında kaybetmiştim ve ondan geriye sadece bu inci kolye kalmıştı. Anlamını tarif edemezdim. Boynundan çıktığı an kendimi boşluğa düşmüş gibi hissediyordum.
Geçen sene kolyeyi kaybetmiştim ve günlerce ağlamıştım. Odamdan bile çıkamamıştım. 18. yaş günümde bir mucize olmuştu ve biri kapıya kolyenin aynısından bırakmıştı. Belki de kaybolan kolyemi bulmuştu. Bilmiyordum. Kolyeyi getiren kişinin kim olduğunu düşünmeden, kolyeyi bulmanın sevincine kapılmıştım.
Muhtemelen beni seven erkeklerden biri almıştı.
Her neyse sonuçta inci kolye boynumdaydı. Bu her şeyden daha önemliydi.
Müdür konuşmasına devam ederken, söylediği tek kelimeyi bile duymamıştım. Aklım çok başka yerlerdeydi. Zaten sürekli kendinden bahsettiğinden dolayı, pek bir şey kaçırdığımı düşünmüyordum.
Koray aniden kolunu omzuma attığında, aynı zamanda gülümsüyordu. "Biraz böyle kalsak zarar gelmez sanki."
Kaşlarımı çattım. "Sen bu sevgili olayına kendini iyice kaptırdın sanırım."
Koray başını iki yana sallayarak gözlerini dudaklarıma çevirdi. "Sana kendimi kaptırmam çok doğal değil mi? Melek kadar güzelsin."
Yüzümü ekşilttim ve tiksinen gözlerle yüzüne baktım. Aniden arkadan kucağıma doğru atılan bir kağıtı gördüğümde ise duraksadım. Bu da neyin nesiydi?
Başımı arkaya doğru çevirip göz gezdirdiğimde, o kadar çok öğrenci vardı ki, kağıdın kimin attığını anlamam mümkün gözükmüyordu. Sorgulamayı bırakarak önüme döndüm.
Koray kağıda bakıyordu. "O ne?"
"Bilmiyorum." diye mırıldanarak, birkaç kez katlanan beyaz kağıdı açmaya başladım. Begüm ve Koray dikkatle beni izliyordu.
'PİÇ kolunu aşağa indirsin yoksa omzuna atacağı bir kolu olmayacak.'
-
Bana ulaşmak için:
instagram: purpledevias
twitter: iremaydinx
Beni takip etmeyi unutmayın.
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere ^^
ŞİMDİ OKUDUĞUN
inci kolye
Подростковая литератураKır beni ama sonra sarıl bana, hiçbir şey yapmamış gibi. Ben yine affederim seni. ©2021 | İrem Aydın