3.1

1.3K 121 23
                                    

×Sınavlar geliyor, geldi, gelecek derken ve belirsizlikler halen devam ederken bölümler arasındaki en uzun ara,
bir haftayla bu oldu sanırım.
Çok çok kb :(
iyi okumalar!♡


Zormuş, oldukça zor. İnsanın kendini çevresinden koparıp atması... yapamıyorum. O elimi sıkıca tutarken olmuyor işte, cesaretim öylece yitip gidiyor.

Rüyalarımda gördüğüm, sarı saçları dans ettikçe ahenkle uçuşan kadın o işte, hemen yanımda. Soluk alıp verişlerimiz buhar olup birbirine karışırken o gülümsüyor, ben de öyle. Ancak bu acı bir tebessüm.

Hep böyle yaşayacağımı sanardım, ölene dek monoton ve sabit bir hayat süreceğimi... Müzik yapardım belki, mesleğim bu olurdu. Belki de korktuğum gibi eğitimle harcadığım onca yılın sonucu olarak ortalama bir maaşa ortalama bir şirkette on binlerce beyaz yakalı çalışandan biri de ben olurdum. Bu monotonluğu isteyen bir taraf var içimde. Diğer taraftaysa içim içime sığmıyor.

Yaşamanın benim için doğru şey olmadığını biliyorum. Geleceğin benim için hiçbir şey ifade etmediğini fark etmek beni derin bir bataklığa gömüyor. Attığım her bir adımdan nefret ediyorum, aldığım her nefesten, okula gitmek için metroda harcadığım her saatten. Düşünmekten nefret ediyorum. Düşünmemek istiyorum. Gitmek istiyorum, sonsuza kadar uzaklaşmak. Ama o karar hiçbir zaman tam anlamıyla verilemiyor o benim yanımda böylesine mutluyken hem de... ve her şeyden sonra yalnızca derin bir nefes veriyorum.

"Eskiden burada çalışıyordum."

Sesi düşüncelerimi araladığında "Evet, duymuştum." Dedim. Hee Yoon'dan öğrendiğimi söylemeye gerek yoktu, onu anmak istemiyordum. "Birkaç gün önce geldim hatta."

"Öyle mi?"

Başımı onu onaylarcasına sallayınca gülümsedi. Cebinde olan elimi çekiştirip aniden dükkana girmemizle tanıdık kahve kokusu yeniden ciğerime dolmuştu. Kahve içmeyi çok sevmezdim ama üzerimdeki etkisi şaşırtıcıydı ve bunu kullanmayı seviyordum.

Birkaç dakika içinde boş bir masa bulup karşı karşıya oturmuştuk. O bakışlarını bir an olsun benden kaçırmazken nefes almak zordu. Yalnızca gülümseyebiliyordum, eskiden olduğu gibi.

Halim içler acısıydı. Her şey tek bir hareketle bitebilirdi. Onu kendimden uzaklaştırabilirdim. Bunun için ekstra bir çaba sarf etmeme gerek yoktu hem de. Yaratılışım böyledi benim. Her güldüğünde parıldayan gözlerinin benim için gözyaşı dökmesine katlanamazdım. Benim için kendini üzmemeliydi, ben zihnimin içinde çürüyorsam ona neydi ki? Neden yalnız bırakmıyordu beni? Neden ölüme terk etmiyordu? Neden bu kadar çok hayatıma dahil olmak istiyordu? Peki... Ben hiç mi istemiyordum onu? Kahretsin dedim içimden... düşüncelerimdeki bencillik gözlerimi yaşartmıştı. Rezil yaratık... içimde kendiliğinden var olan bu yaşama arzusu nasıl da kullanmak istiyordu Lisa'yı... Onun yaşam sevincini içine çekecekti, ya sonra? Güldüm.

"Aman tanrım!"

Tanıdık olmayan bu ani ses hayal dünyamdan kurtulmamı sağlamıştı. Ne olup bittiğini anlamaya çalışırken Lisa ayaklandı ve kafe çalışanına sarıldı.

Sarılmaları bittikten sonra bana döndü. "Jungkook, bu Jin Hee en yakın arkadaşım."

Kızın yüzüne dikkatle baktığımda geçen gelişimde beni resmen kafeden kovan çalışan olduğunu fark etmem uzun sürmemişti.

"Ah sanırım sizi tanıyorum," devam etmeme fırsat vermeden atladı.

"Evet tanıyorsun, seni uyandırıp evine göndermiştim! Ama aslında hatırlamana biraz şaşırdım çünkü uyanıkken bile daha çok uyuyor gibi gözüküyordun. Aslında normal bir müşteri olsan asla öyle bir şey yapmazdım. Ama işin içinde Lisa olduğu zaman akan sular duruyor işte. Burada uyumak yerine evinde Lisa'nın hedi-"

Lisa elini Jin Hee'nin omzuna koyunca cümlesini yarda kesti. O kadar hızlı konuşuyordu ki kelimeleri birbir ardına sıralarken başım ağrımıştı.

Söyleceklerinin bittiğini umarak ayağa kalktım. "Tanıştığımıza memnun oldum."

"Ben de öyle." Dedi ve büyük bir neşeyle elimi sıktı. Dünyada Taehyung'dan daha hareketli bir insan olamaz diye düşünürdüm. Bu düşünce an itibariyle beynimden tarih tozlu raflarına kaldırılmıştı.

Konuşuyordu, hem de çok. Yüksek sesle ve büyük bir hevesle. Kulaklarım acıyordu, gürültüye katlanamıyordum.

"İyi misin Jungkook?"

Kafamı kaldırıp sesin sahibine baktığımda tanımadığım bir yüzle karşılaştım. Onu tanımadığımı anlamış olacak ki devam etti. "Ben Nick. Lisa'nın arkadaşıyım."

O da yanımıza oturdu. Jin Hee ve Lisa öylece konuşup gülüşürken onun tehditkar bakışlarını üzerimde hissediyor ve geriliyordum. Bakışlarında anlam veremediğim bir güvensizlik vardı. Sadece bu değildi gerginliğimin sebebi, bana benziyor oluşuydu. Gözaltlarındaki karartılar, sessizliği ve ifadesiz yüz hatları... Her sabah aynada gördüğüm kişiydi o. Benim inanmak istemediğim gerçekliğim.

Gülümsedim. Zihnimden çıkarabilsem keşke beni içten içe çürüten her şeyi diye düşündüm karıştırdığım sütün kahvenin içinde kayboluşunu izlerken... O zaman anlarlar mıydı beni? Dengesizliğimi, dalgınlığımı, düşüncelerimdeki sakarlıkları... Anlarlar mıydı bir ceset içinde yaşamak nasıl hissettiriyor? Ben kendimin cehennemiyim.

Konuştuk, daha doğrusu konuştular. Ben konuşmayı pek sevmem.

Tüm muhabbet boyunca üzerime yönelen bakışlardan dolayı bir şeyler olacağını az çok kestirebiliyordum. Lisa'yla kafeden ayrılırken Nick ve Jin Hee de bizi geçirmek için yanımızdaydı. Üçünü rahatça konuşabilmeleri adına yalnız bırakıp sokağın ucuna doğru ilerlemeye başladım. Gökyüzü iyiden iyiye kararmıştı ve sokak ışıklarının etkisiyle turuncu bir sisle kaplanmıştı. Ne romantik ve kasvetli. Köşeye geldiğimde durdum, Nick de yavaş adımlarla yanıma geliyordu.

"Kafanda neler dönüyor bilmiyorum," dedi ellerini göğsünde birleştirip. "Ama sonrasında onu üzeceksen hiç umutlandırma. Anladın mı beni?"

"Biliyorum," O devam etmemi beklerken kafamı kaldırıp gökyüzüne doğru derin bir nefes verdim ve oluşan buharı izledim. "Ama sevdim."

Lisa'nın uzaktan gelen gülüşlerini duyduğumda gülümsedim.

xoxo

xoxo

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
the mood ✘ liskookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin