1.7

1.8K 155 33
                                    

"Sana önemli bir şeyim olmadığını söylemiştim Tae. Ne diye hastaneye geldiysek zaten."

Akşama doğru hastaneden çıktığımda çok belli etmesem de şiddetli bir araba kazasından çıkmış gibi hissediyordum. Hastanede uykumu az da olsa almıştım şimdilik daha kötü bir durumda olmadığım için şükrediyordum.

"İyi ki ölmedin." Dedi Taehyung kolunu omzuma atarken, ağırlığını üzerime vermemeye çalıştığını fark etmiştim. "Cenazene nasıl katılırdım aklım almıyor ya da sen öldükten sonra hayata nasıl devam ederdim..."

Güldüm. "Bal gibi de devam ederdin. Duk Hee benim yerime geçmek için dünden hazır."

Aniden durdu ve kolunu çekti. "Saçmalama dostum." Dedi yüzündeki alınmış ifade ile "Böyle bir şey düşündüğüne inanamıyorum."

"Tabii bu işin şakası. Ölecek olsaydım, ilk birkaç ay üzülürdün." Bu sefer de ben kolumu onun omzuna attım, bir an önce eve gitmek istiyordum duraklamasak iyi olurdu. "Sonra da beni güzel bir anı olarak hatırlardın. Fotoğraflarımıza bakardın. Her birini ezberledikten sonraysa keşke daha fazla fotoğrafımız olsaydı derdin." Ardından ekledim. "Ölenle ölünmez dostum."

"Jungkook rica etsem susar mısın? Senin ölümünden sonra yapacağım şeyler şu anlık ilgimi çekmiyor." Dedi Taehyung kolumdan kurtulup yurt binasından içeri girerken. "Kim bilir ilk hangimiz öleceğiz, bu kadar emin olman komik."

Gülümsedim, belki de haklıydı.

"Tae, ben Lisa'dan hoşlanıyorum." Bu cümlenin aniden ağzımdan çıkmasına şaşırmıştım doğrusu. Ancak kesin olan bir şey varsa bazen uzun düşünce süreçlerinin ardından tasarladığınız  cümleler ağzınızdan öylece çıkıveriyorlardı işte, saf halleriyle.

"Aslına bakarsan ben de Lisa'dan pek hoşlanıyor değildim," dedi eliyle saçlarını karıştırıp. "Yalnızca güzel biri yani bilirsin. Birini dış görünüşü için sevmek bana pek de hoşlanmak gibi gelmiyor."

Samimiydi, bu özelliğini seviyordum. "Sana bu kadar geç söylediğim için özür dilerim."

Özrüme karşılık gülümsedi. "Ben de sana vakit kaybettirdiğim için."

*

"Aman tanrım içerinin halini unutmuşum!" Odamızın her yeri çöplerle kaplanmıştı. Çöp kelimesini açacak olursak: kime ait bilinmez kusmuklar, kostüm ıvır zıvırları, içecek şişeleri, abur cubur paketleri ve tam olarak algılayamadım cisimcikler.

"Toplayacaksın değil mi Tae?"

"Kesinlikle hayır! Duk Hee ve diğerlerini çağıracağım." Konuşurken bir yandan da odanın içinde volta atıyordu, aniden durup yerdeki katılaşmış kusmuğu gösterdi. "Mesela bu benim değil, neden ben temizleyeyim ki?"

Omuzlarımı silktim. "Eh, kısmen haklısın. Sana ve arkadaşlarına kolay gelsin." Adımlarıma dikkat ederek içeri odaya doğru ilerlemeye başladım. "Ben biraz uyuyacağım."

Arkamdan bağırdı. "İyi uykular pamuk prenses, yedi cüceler bu pislikleri hemen yok edecek!"

Gülümsedim, şaka bir yana iyi ki ölmemiştim. Bunu söylemek ne kadar akıl karı bilemesem de yapacağım şeyler vardı daha. Henüz ölemezdim. Ona aşık olduğumu söylemeden olmazdı.

Yatağa uzandığım anda kapı güçlü bir şekilde çalınmaya başladı. Diğer altı cüce ne ara haberdar edildiklerini bilmesem de çoktan odamıza doluşmuşlardı. Pisliklerini toplamaya gelecekleri aklımın ucundan dahi geçmemişti doğrusu. Ancak söz konusu Taehyung olunca onun ikna kabiliyeti asla hayal kırıklığına uğratmazdı.

Gözlerimi kapatıp uykuya hazırlanıyordum ki kapı yeniden çalınmaya başladı. Yoğunluktan kimse duymuyor olacak ki hala çalınmaya devam ediyordu. İstemeye istemeye kalkıp kapıyı açtım, kapıda So Min'in belirmesiyle şaşırmıştım. Nefes nefeseydi.

"Niye ikinizin de telefonları kapalı? Kaç saattir çaldırıyorum!"

"İçerisi çok sesli," dedim içeriyi görebilmesi için biraz yana çekilirken. "Kusura bakma."

So Min'in sesi duyulur duyulmaz Taehyung kapıda bitti. "Hey So Min naber?"

So Min, Taehyung'u görmezden geldi ve birkaç saniye nefesini kontrol etmeye çalıştıktan devam etti. "Lisa.."

Kalp atışlarımın hızlandığını hissediyor, Lisa'ya kötü bir şey olmasından çok korkuyordum. "Lisa ne?"

"O gidiyor." Kolunu kapı pervazına yasladı ve devam etti. "Dönecek mi bilmiyorum."

Bir anlığına her şey durmuş gibiydi. Duyduklarımı idrak edebiliyor fakat inanmak istemiyordum. Gidiyordu demek, ben burada öylece partilerken o buradan gitmeyi seçmişti. Bu kararı vermesine neyin sebep olduğunu bilemesem de engel olabilir, onun yanında olup evindeymiş gibi hissettirebilirdim. Ancak olmamıştı işte! Hastanede, partide, kafede ve dışarıda bankta harcadığım onca saat  boyunca onu burada kalması için ikna etmek bir yana dursun yanında bile olamamıştım. Şimdiyse ben, onun burada kalması için bir sebep dahi değildim. Bunu biliyor olmak; içimde, tarifi imkansız bir pişmanlık duygusunun fitili ateşlemişti. O an kendimden, onsuz harcadığım her saatten nefret ediyordum.

"Şu an nerede?" Sorumun üzerine kafasını salladı. "Bilmiyorum! Keşke yardım edebilsem ama görevli beni bulurs..." yine nefes aldı. "kötü olur." Merdivenlere doğru koşar adım ilerlemeye başladı. "Onu bul Jungkook!"

Taehyung ne olup bittiğini anlamaya çalışırken üzerime bir ceket giydim ve ayakkabılarımı elimden geldiği kadar hızlı bir şekilde ayaklarıma geçirdim. Tam kapıyı çekmiş gidiyordum ki kapüşonumdan yakaladı.

"Hey, Jungkook bu hasta halinle nere-"

Cümlesini dinleyemezdim, kaybedecek vaktim yoktu. Hızla elinden kurtuldum. "Lisa'yı bulmaya!" Diye bağırdım merdivenlerden inerken. "Onu bu sefer yalnız bırakmayacağım!"

xoxo

sorulu minik not; hikayenin gidişatıyla ilgili tahminleriniz neler? yorumlarınızı bekliyoruuuum<3

the mood ✘ liskookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin