1.9

1.8K 165 48
                                    

×Bölümü medyadaki şarkıyla
okumanız tavsiye edilir!

Kişiliğim hep böyleydi. İnsanlarla iletişim kurmak için kendimi hiçbir zaman zorlamadım, hiçbir zaman birileriyle arkadaş olmak istemedim; olamadım da. Dünyada geçirdiğim yıllar boyunca bu, benim en büyük sorunlarımdan biriydi. Duygularımı ifade etmekte zorlanıyordum o yüzden beni kimse anlamıyordu, ben de kendi yalnızlığım içinde gayet mutluydum. Buna isterseniz asosyallik isterseniz ilgi meraklılığı deyin. Ben hislerimi notalarla aktarırdım, benim yerime onlar konuşur, onlar şarkı söylerdi.
Anlaşılmak gibi bir derdim hiç olmamıştı. Ta ki bugüne kadar.

Oradan oraya koşuyor nereye gideceğimi bilmiyordum. Yurttan çıkar çıkmaz yaşadığım kafa karışıklığı birkaç dakikama mâl olmuş, en sonundaysa metro istasyonuna gitmeye karar vermiştim, onu ilk gördüğüm yere. Merdivenleri büyük bir hızla üçer beşer indiğimde etrafta kimse kalmamıştı, yetişememiştim. Seferler bitmişti.

Kendimi yan taraftaki banklardan birine bırakıp kafamı ellerimin arasına aldım. Onu kaybetmek istemiyordum, en azından bu şekilde olmamalıydı. Ona içimdekileri söylemeden yapamazdım. Hızla ayağa kalktım, bu sefer de havalimanına gitmeye karar verdim. Her şey oldukça ani gelişiyordu çünkü telefon numarasını almayı akıl edememiştim. Ahmak kafam dedim içimden, telefon numarasını almayı dahi düşünmediğin biri senin sözünle gitmekten vaz mı geçecekti sanki!

Cebimde peş kuruş para yokken taksiye ya da otobüse binemezdim. Buradan şimdi yürümeye başlasam oraya ulaşmam saatler bulurdu. Az önce telaşla indiğim merdivenlerden yine aynı telaşla yukarı çıktım. Hafifçe çiseleyen yağmur altında ıslanırken beynim resmen çalışmıyordu, hiçbir şey düşünemiyordum. Aniden tam önümde duvara yaslanmış bir bisiklet olduğunu fark ettim. Birkaç saniye öylece etrafıma bakındım, sahibi olabilecek kimse gözüme çarpmayınca bisiklete bindiğim gibi pedal çevirmeye başladım. Bisikletin kilidi takılı olmadığı için, sahibinin yakın bir yerlerde olabileceğini bal gibi biliyordum ancak şu anlık bu fırsatı yok sayamazdım. Kilitsiz bisiklet mi olurmuş, haha şansa bak!

Havalimanı fazla uzakta sayılmazdı özellikle de altımdaki bisikletle, baya yeni bir şeydi ve hızlıydı. Görüş açımı bulandıran, ellerimi direksiyondan kaydıran, yolu kayganlaştırıp kaza riskimi artıran yağmuru neredeyse yok sayacak şekilde pedalları çevirirken ne kadar hızlı olduğumu düşünüyordum; belki de yetişebilirdim. Hava normal bir bahar gecesine göre serindi ancak terliyordum. Alnımdan doğru kaşlarıma inen tuzlu ter, gözlerimi acıtıyordu bir bu eksikmiş gibi.

Bacaklarımın ağrımasını, gözlerimin yanmaktan kızarmasını umursamadan bisiklet sürmeye devam ettim yaklaşık yirmi dakika içinde havalimanına ulaşmış, hızla kendimi içeri atmıştım. Uçağa henüz binmemiş olmasını umuyor, pozitif kalmaya, onu bulacağıma dair ümitlerimi kaybetmemeye çalışıyordum. Başka türlü kendimi motive edemezdim, hayal kırıklığı içimi yer bitirirdi.

Hızla dış hatlar bölümüne doğru ilerledim, daha önce yurtdışına çıkmadığımdan tavana asılmış tabelalar yardımıyla yönümü bulmaya çalışıyordum. Etrafı gözlerimle delik deşik ediyor, ona benzeyen birini bulabilmek adına çoğu kişiyi es geçiyordum ki gözüme sarı saçlı biri takıldı. Sırtı bana dönüktü, etraftaki boş koltuklardan birine oturmuş öylece uçuş saatlerinin yazılı olduğu dev ekrana bakıyordu.

Yavaş adımlar ona doğru ilerlemeye başladım, midemde oluşan kelebekler geri gelmişti. Kalbim, atışlarını kontrol edemezsem göğüs kafemi delip fıralayacakmışçasına bir heyecana kapılmışken önüne geçtim. Oydu. Kızarmış gözleri, mor gözaltları ve bembeyaz kesilmiş yüzü dehşet vericiydi. Ne olmuştu onu bu kadar sarsacak bilmiyordum? Kim yapmıştı bunu ona? Benim konuşmaktan dahi çekindiğim o zarif, neşeli kız nasıl olmuştu da bu denli çökmüştü?

Bakışlarını bana çevirince gerildim, yüzündeki ifadesizlik son bulmuş ve yavaşça gülümsemişti. Ben de ona gülümsedim, bu sefer onu yüzüstü bırakamazdım. İnsan bir şeyler için çabalamadıkça, hep kaybediyormuş anlaşılan. Az kalsın onu kaybedeceğim gibi.

Birden konuşmaya başladı. "Burada ne yapıyorsun Jungkook?"

Eliyle yan tarafındaki koltuğa birkaç vurdu, böylece yanına oturdum. "Gitme." Dedim, detone olmamaya dikkat ederek.

Hafifçe kıkırdadı. "Biliyor musun, birkaç saat önce tam olarak bunu dilemiştim." Bakışlarını bana çevirdi. "Dileklerin gerçekleşmesi demek böyle hissettiriyormuş."

Birkaç dakikalık sessizliğin ardından ilk konuşan ben oldum. "Ne oldu bilmiyorum ama hiçbir şey çözülemez değil Lisa." Dedim ellerini avuçlarımda sıkıca tutarken. "Ben, ben yanındayım. Her şeyi düzeltebiliriz." Sanki ellerini bırakırsam beni terk edecekmiş gibi hissediyordum, ellerimin arasından kayıp gidecekmiş gibi.

O hala sessizce beni dinliyorken devam ettim. "Yalnız hissetmende, herhangi bir payım varsa çok özür dilerim. Niyetim seni kırmak değildi. Yalnızca," Yutkundum. "ben yanlızca salak biriyim," beni reddetmek istercesine kafasını sallayınca üsteledim. "evet öyleyim. Sana, seni sevdiğimi dahi söyleyemeyecek kadar korkak bir insanım ben. Duygularımı ifade edemeyecek, sana güzel şeyler hissettiremeyecek kadar salak biriyim."

O gözleri dolu dolu beni dinlerken gözlerimden aşağı doğru inen sıvının ter olmadığını biliyordum. Bu duygusuz robot, içinde hala bir his kırıntısı barındırıyormuş meğer. "Biliyorum, benim için kalmanı istemem çok bencilce. Ama lütfen. Lütfen gitme."

Ellerimi avuçlarımın arasından kurtarıp dolmuş gözlerini silip gülümsedi. "Gitmem gerekiyor. Eğer kalırsam her şey daha da kötüye gidecek-"

Sözünü kestim. "Tamam, beni bırak peki ya okulun? Nasıl olur da okulu yarıda bırakabilirsin?" Ben, okul ya da başka bir şey. Herhangi bir sebep onu burada kalması için ikna edebilirdi.

Hafifçe kıkırdadı ve arkasına yaslandı. "Uzaklaştırıldım." Ben şaşkınlığıma engel olmazken ekledi. "Bir aylığına." Gülümsedi. "Güzel bir tatil için yeteri kadar uzun bir süre değil mi?"

Heyecanlanmıştım. "Yani geri dönecek misin?"

Omuzlarını silkti. "Bilmiyorum," dedi tırnaklarıyla uğraşırken. "Bu bir ay içinde Tayland'da olacağım kesin."

Tam bir şey söyleyecektim ki Bangkok uçağının kalkacağını haber veren keskin bir anons sesi tüm binada yankılandı. Lisa'yla bakışlarımız da eş zamanlı olarak buluşmuştu. Ben öylece bakakalmışken ellerimi tuttu.

"Bazen bazı şeyler olmaz Jungkook. Olmasını istersin, bunun için saatlerce dua edersin ama olmaz. Belki de yanlış zamanda karşılaştık, yalnızca zamanlamamız yanlıştı." Gülümsedi. "Biz neyiz? Arkadaş, dost? Sevgili miyiz? İki tanıdıktan öte ne olabildik ki? Birbirimizde numaralarımız dahi yok. Seni seviyorum Jeon Jungkook ama bu sevgi bana acı veriyor, başkaca bir şey değil."

Aramızda biten bir şeyler vardı ama hiç başlamamış bir şey nasıl bitebilirdi ki?

xoxo

not; arkadaşlar bu final değil, kitap devam ediyor! tşkkrlr ♡

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

not; arkadaşlar bu final değil, kitap devam ediyor! tşkkrlr ♡

the mood ✘ liskookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin