2.2

1.5K 128 25
                                    

lisa

"En iyisi bu muydu gerçekten Lisa?"

"Sanırım öyle Jinnie," dedim evin bahçesinde otururken. "Her şeyden çok bunaldım."

Tayland'a döneli bir yıl oluyordu. Uzaklaştırmam çoktan bitmiş olsa da Seul'e dönmek istememiştim. Korkuyordum. Oraya geri dönersem bıraktığım her şeyle yüzleşmek zorunda kalacaktım, henüz kendimi buna hazır hissetmiyordum. Dans bölümünde olduğum için Bangkok'taki üniversitelere geçiş yapmam zor olmamıştı. Biraz düşünmek istiyordum, olan biten her şeyi. Tüm yaşantımı öylece bırakıp evime geri dönmem beni ciddi anlamda zorlamıştı. Kore'yi özlüyordum; Jin Hee'yi, Nick'i, kafemizi, odamı, daha çok yakın olmamamıza rağmen oda arkadaşımı ve onu..

Onu havalimanında öylece terk etmiş olmak beni gerçekten üzüyor, dolu gözlerini hatırladıkça ağlayasım geliyordu. Onu gerçekten sevmiştim, hem de çok. Sırf onun için geri dönmek istiyor ancak onu yeniden görmekten korkuyordum. Yaptıklarımdan sonra yüzüne bakamazdım, yağmuru umursamadan yanıma gelmişti. Sırılsıklam oluşunun, havalimanında yapayalnız kalışının ve gözyaşlarının sorumlusu bendim. Hislerim kelimelerle anlatılamazdı. Ancak yapamadım işte, olmadı. Bizim hikayemiz başlamadan sonlandı. Şimdi Kore'ye gitsem ne hakla yeniden ona yaklaşabilirdim ki? Ona tüm yaşattıklarımdan sonra. Asıl korkak bendim, Jungkook değil. Sorunlarıyla yüzleşemeyecek kadar korkak olan bendim. Kaçmak en kolayı, önemli olan mücadele etmek bunu biliyordum. Ancak sandığım kadar güçlü değildim ben.

"Nasılsın Lisa?" Jin Hee'nin sorusuyla düşüncelerimden sıyrıldım. "Tayland'da bahar havası var." dedim karşımdaki koca söğüt ağacının yapraklarından sızan güneş ışınlarına bakarken. "Keşke burada olsaydın."

İstisnasız her gün beni arıyor nasıl olduğumu soruyordu. Böyle bir arkadaşım olduğu için çok şanslı olduğumu biliyordum ancak bildiğim diğer bir şeyse her arayışında geri dönme haberimi duymak istiyor oluşuydu. Dönmemi istiyordu. Ben de istiyordum. Ancak bazı şeyler istemeyle olmazdı.

"Keşke sen burada olsaydın Lili." Sesindeki üzüntüyü fark etmişken devam etti. "Olman gereken yer burası, orası değil."

Derin bir nefes verdim. "Bilmiyorum..."

"Ayrıca Tayland'ı sormadım. Seni sordum. Sen, nasılsın?"

"İyi olmaya çalışıyorum." Dedim sakince. İyi değildim yalan söyleyemezdim. "Sen nasılsın peki?"

"Yokluğunda ne kadar iyi olunabilirse o kadar." Dedi ve ekledi. "Ha bir de, Nick artık konuşuyor bizimle."

Nick'in güvenini boşa çıkardığım için üzgündüm fakat bu haber beni gerçekten mutlu etmişti. "Aman tanrım, Jin Hee! Bu harika. Nelerden bahsediyor?"

"Doğrusunu istersen sadece senden. Ne zaman döneceğini sorup duruyor. Telefon numarasını vereyim konuş diyorum, prensip olarak telefonuna kimseyi kaydetmiyormuş."

Güldüm. Nick gerçekten ilginç biriydi. "Ona selamımı söyle!"

Gelen garip seslerin ardından Jin Hee yeniden konuşmaya başladı. "Kendisine ilettim, Bayan Manoban. Başka bir arzunuz?"

Aklıma sadece Jungkook gelmişti. Ama onu sormaya hakkım yoktu, Jin Hee onu tanımıyordu zaten. "Yok sağ ol," dedim bir yandan da içeri girmek için ayaklanırken. "Kendine iyi bak Jinnie."

Telefonu kapatır kapatmaz odama çıktım. Bir süre yatağımda öylece uzanıp tavanı seyrettim. Uzaklaşmak çözüm değildi, enlem farkı kalbinizdekileri uzaklaştırmazdı. Bunu biliyordum. Amacım onu unutmak değildi, o unutulamayacak kadar güzeldi. Gülüşü, gözleri, sesi bir dakikalığına olsun beynimden gitmiyordu ki. O hep içimde bir yerlerdeydi. Enlem farkı bu mesafeyi aşamazdı.

O olaylardan sonra neredeyse bir yıl olmasına rağmen hala bazı şeyleri aşamıyordum. Tesadüflerin önüme çıkardığı yabancı birinin benim için bu denli değerli birine dönüşmesini aklım almıyordu. Ama yine de bir şekilde karşıma çıktığı için çok mutluydum.

Deli gibi merak ediyordum onu: Ne yapıyor, nasıl, nerede, neler düşünüyor? Ama soramıyordum. Soracak cesaretim yoktu. Sabahtan akşama kadar bu düşünceler içinde boğuluyordum.

Telefonumun yeniden çalmasıyla düşüncelerimden sıyrıldım, nedensizce ıslanan gözlerimi silip telefonu cevapladım. Arayan kişi So Min'di. Tayland'a geldiğimden beri beni arayıp nasıl olduğumu soruyordu. Ona karşı borçlu hissediyor, keşke daha önce tanışsaymışız diyordum. Belki de birbirimizin dayanağı olurduk.

"Lisa. Sana bunu ben söylemek istedim!" Neşeliydi ama nedenini anlayamamıştım.

Sesimin titrememesine dikkat ederek sordum. "Neyi?"

"Üzerindeki suçlama kalktı." Dedi heyecanla. "Karar verilmesi uzun sürdü ama sonuçta suçsuzluğun kanıtlandı."

İnanamıyordum, ne olmuştu ki birden bire suçsuz ilan edilmiştim aklım almıyordu. "Nasıl oldu peki?"

Sorumun üzerine derin bir nefes verdi. "Sanırım bunu sen Seul'e gelince daha detaylı konuşabiliriz."

İstemsizce gülümsedim. Suçsuz olmam artık bir anlam ifade etmiyordu benim için. Her şey zamanında güzeldi, ne erken ne de geç.

xoxo

xoxo

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
the mood ✘ liskookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin