0.4

3K 232 17
                                    

lisa

Üniversite için tanımadığınız bambaşka bir ülkeye gitmek, azımsanmayacak kadar zorluğu da beraberinde getiriyordu. Dilde yerli halk kadar iyi değilsiniz, görünüşünüz her ne kadar Asyalı gibi olsa da bire bir değil, kültürleriniz bambaşka bazı ortak tarafları hariç hiç benzemiyor... Yeni kültürler, yeni diller, yeni mutfaklar ve yaşam tarzlarını keşfetmek benim için tarifi mümkün olmayacak derecede eşsiz olsa da bu tip kavramların farklılığı bazı insanlara ilginç bir şekilde 'ırkçılık' kavramını çağrıştıyordu.

Kore'de tam anlamıyla bir ırkçılığa uğramış sayılmasam da bazı zamanlarda üzerime dikilen bakışları hissetmiyor değildim. Ancak bir şekilde okumaya çalışıyordum, vaktimi bu gibi saçmalıklara veremeyecek kadar meşguldüm.

Okuldan sonra para kazanmak için part-time işlerde çalışıyordum. İşim yılın belli zamanlarında değişse de son birkaç aydır okulun yakınlarındaki bir kafede çalışıyordum. Tanıdığım pek çok kişi kafeye geliyordu, bazen ben de boş günlerimde onlarla birlikte gelip kafede zaman geçiriyordum. Bu benim için utanılacak bir şey değildi, olmamalıydı zaten.

Okul çıkışında her zaman yaptığım gibi direkt kafeye gittim. Birkaç gün önce işe geç kaldığımdan dolayı tüm gözler benim üzerimdeydi, daha dikkatli olmam gerekiyordu.

Kapıdan içeri girer girmez karşımda Jin Hee'yi görünce gülümsedim, burada mesailerimizin aynı olduğu arkadaşlarımdan biriydi -zaten üç kişiydik. Bir de Nick vardı. Adı Korece olmasa da muhtemelen Koreliydi. Neredeyse hiç konuşmuyordu. Onun hakkında bu sebeple pek bir şey bilmiyordum. Yalnızca kahve yapımına yardımcı oluyor, müşterilerden elinden geldiği kadar uzak durmaya çalışıyordu. Aslına bakarsanız beni biraz korkuttuğu bile söylenebilirdi. Diğer çalışanlarla konuşmayı bırakın göz teması kurmaktan bile uzaktı.

Önlüğümü giymek için personel odasına doğru ilerken aniden onu yerde oturur vaziyette görmemle irkildim. Öylece durmuş suyun akışını seyrediyordu. Son zamanlarda diğer günlere kıyasla daha dalgındı.

"Nick," dedim yavaşça yanına yaklaşarak. "Suyu kapatmalısın."

Beni duymamış gibiydi, yavaşça önünden uzanıp musluğu kapattım. O hâlâ hiçbir tepki vermezken ,çoğu zaman da vermezdi, yavaş adımlarla personel odasına doğru ilerledim Bu çocuk beni ciddi anlamda korkutuyordu.

Üzerimi değiştirir değiştirmez ön tarafa geçtim. Bugün normal günlere göre kalabalıktı, pek çok grup gelmişti. Hee Yoon ve arkadaşları da aynı şekilde. Jin Hee'yi etrafta göremeyince masalarına ben gitmek zorunda kaldım, aslında onlarla muhattap bile olmak istemiyordum. Ama yapacak bir şey yoktu.

Ben masalarına ilerlerken, öylece beni izliyorlardı. "Ne istersiniz?"

Sorumun ardından Hee Yoon yüzüne ilginç bir gülümse yerleştirdi. "Lisa sen de mi buradaydın yanımıza gelsene-" cevabımı beklemeden devam etti. "Ah doğru burada çalışıyorsun."

"Evet, kıyafetime bakılırsa öyle." dedim tepkisiz bir şekilde. "Siparişlerinizi alabilir miyim lütfen?"

"Ne içelim kızlar?" Hee Yoon'un sorusunun ardından suskunluklarını koruyan grup cıvıldaşmaya başladı. Hee Yoon çobanlarıydı sanırım.

Her kafadan bir ses çıktığı için zor bir süreç olsa da siparişleri elimden geldiği kadar hızlı bir şekilde almaya çalışıyordum.

"Okulumuzun gururu, baş dansçımız Lisa!" Gruptan buna benzer cümleleri de arada duymuyor değildim, baş dansçı seçilememe darılmışlardı anlaşılan. Ama umrumda bile değillerdi.

"Bu kadarsa gidiyorum." Dedim arkamı dönerken. O anda Hee Yoon yeniden bir şeyler söylemeye başladı.

"Partiye geliyorsun değil mi Lisa?"

"Ne partisi?"

Gözlerini devirdi. "Etkinliğe moral partisi gibi bir şey yapalım dedik de değil mi kızlar?" Yanındaki kızların bağırışları arasında yüzüne yapmacık bir gülümseme yerleşti. Parti, parti, parti kafası başka bir şeye çalışmıyordu ki parti düzenlese de kimse gitmezdi.

Gitmiyordum. "Üzgünüm biraz yoğunum," dedim aynı yapmacık bir gülümsemeyle. "Hani baş dansçı falan oldum ya, çalışmam gerekiyor."

O da cümlemin ardından kıkırdadı, bu kızdan sahtelik akıyordu.

"Ama gelmezsen darılırım Lisacık. Okuldaki herkes davetli. Ancak baş dansçımız olarak aramızda olmazsan olmaz. Geliyorsun değil mi?"

Tabii ki... Kafasında kurduğu dayanaksız planları öyle gururla anlatıyordu ki içimden gülmemi engelleyemiyordum. Bu kız hep böyleydi. Kendine karşı sebepsiz bir güveni vardı. Bu güven, özgüven değildi artık; bambaşka gülünç bir şeydi.

İnsanların kendilerini bu denli büyük görmelerine anlam veremiyordum. İnsanın kendinin farkında olması ve kendine değer vermesi elbette güzeldir fakat bu farkındalık başkalarının değerlerinin küçümsenmesine neden oluyorsa işte orada tehlikeli bir şeyler vardır. Bu iki durum arasındaki ince çizgiyi ise ne yazık ki herkes koruyamıyordu...

Düşüncelerime kısa bir ara verdim ve Hee Yoon'a dönüp hafifçe sırıttım. Cevap vermeye değer bir soru ortada görememiştim.

xoxo

not; jungkook ağırlıklı bir anlatım olacak fakat araya lisa da ekleyeceğim çünkü neden olmasın :) birkaç gün arayla bölümleri yavaş yavaş atmayı planlıyorum

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

not; jungkook ağırlıklı bir anlatım olacak fakat araya lisa da ekleyeceğim çünkü neden olmasın :) birkaç gün arayla bölümleri yavaş yavaş atmayı planlıyorum. yorumlarınız ve oylarınız için teşekkürler♡

the mood ✘ liskookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin