2.0

1.8K 152 25
                                    

×5000 okunma olmuşuz wow!! teşekkür ederim! bu bir hediye bölümüdür, iyi okumalar♡

×Bölümü medyadaki şarkıyla
okumanız tavsiye edilir!

Artık uzakta oluşunu kabullenemiyordum. Herkesin etrafımda olması, gidişinin kalbimde açtığı boşluğu dolduramıyordu. Özlemek şu anki hislerimi tam anlamıyla tercüme edemiyordu. Gülüşü ne zaman aklıma gelse ne zaman sesi kulaklarımda yankılansa gözlerim doluyordu. Pişmanlığımın içinde boğuluyor, keşkelerimden kurtulamıyordum. Keşke diyordum, keşke daha önce konuşsaydım onunla bu ağzım hala niye duruyordu ki asıl konuşması gerekenle konuşmadıkça?

İçinde bulunduğum durum tam anlamıyla depresyon kelimesiyle tanımlanamazdı. İsteksizlik vardı içimde, o gittiğinden beri bu şehirde kalmam anlamsız geliyordu; caddelerde peşi sıra yürüdüğüm onca insan arasında yapayalnız hissediyordum. Milyonlarca insan arasında yapayalnız. Herkes mutluydu kendince, herkesin ufak eğlenceleri vardı. Herkes mutlu görünüyordu. Bu görüntünün aldatmaca olduğunu bal gibi biliyordum, amaç karamsarlığa düşmekse neden-sonuç aramadan her seferinde garip bir buhrana sürükleniyordum. Üzülmek için pek çok sebebim vardı artık: karıncalar tarafından parçalanan bir eşek arısına üzülüyordum mesela, az önce uçabilirken karıncaları nasıl da yiyordu oysaki!

Beynim, bana ihanet ediyor. Kendi çöküşümü kendim hazırlıyorum. Hiçbir şeyim yok, hiçbir şey hissedemiyorum. Ruhum uçup gitmiş sanki, onun gibi beni terk etmiş. Bazen kendimi algılamakta zorlanıyorum. Dünya üzerime üzerime geliyor, nefes alamıyorum. Hayatın acımasızlığı içinde hissedebildiğim tek şey acı. Bu fiziksel  ya da zihinsel bir acı değil, tamamıyla varoluşumla; beni ben yapan unsurlarla ilgili. Kendimden nefret ediyorum, karakterim bana ve insanlara acı veriyor. Sevgimi kimse hissedemiyor. Kara kutu gibiyim ben, kara delik gibi. İnsanları kendi karanlığımda yok ediyorum. Başım ağrıyor.

"Jungkook, bence biraz kafanı dağıtman gerekiyor. Bir haftadır yatağından çıkmıyorsun, içerisi leş gibi kokuyor."

"Hastaneyi arasak mı acaba?"

"Jung Sung saçma fikirlerini kendine saklar mısın? Fiziksel bir sorunu yok çocuğun."

"Bir psikologa danışsak?"

"Jungkook, aşkından deli mi oldu yani..."

"Psikologa sadece deliler mi gidiyor sanıyorsun Duk Hee?"

"Tamam So Min hemen hiddetlenmesene!"

"Söylediğin şeyin saçmalığına bakar mısın, ben bile sinirlendim."

Gözlerimi yumdum. Uyumak istiyordum.

"Daha fazla dayanamayacağım!" Kapının aniden açılmasıyla irkildim.

"Hadi JK kalk gidiyoruz!"

Bir elimle gözümü ovuştururken sordum. "Nereye?"

"Duk Hee'nin doğum günü partisine!"

Derin bir nefes verdim. Fazla enerjik olunmasından rahatsız olmaya başlamıştım. "Biraz yalnız kalmak istiyorum." Dedim yeniden yatağıma gömülürken. "Sana mutlu yıllar."

Taehyung'un mutsuzluğumla hiçbir alakası yoktu. Onun bu derbeder halime üzüldüğünün farkındaydım. Ancak elimden bir şey gelmiyordu. O gideli birkaç hafta olmasına rağmen hala toparlanamamıştım. Biraz daha zamana ihtiyacım vardı belli ki, sonra her şey yoluna girerdi. Bir duyguyu içinizde tamamıyla hissedemeden ötelemeye çalışırsanız kar topu misali büyüdükçe büyür. Bu sefer de üstesinden gelinmesi daha zor olur. Şu anki durumumun üstesinden gelmek istemiyordum, hele ki onu deli gibi özlüyorken ancak devam etmek gerekirdi. Kimse siz üzgünsünüz diye işe gitmekten vazgeçmez. Avustralya'daki kangurular sizin yastığınıza gömülüp ağladığınız anlarda hoplar zıplar. Evinizin önündeki metro istasyonu her gün gördüğünüz monoton tiplerle doludur siz orada olsanız da, olmasanız da. Nesiller gelişir, bazı nesiller son bulur. Belki siz de ölürsünüz ama yeni fidanlar her daim çıkar, hayat devam eder.

Taehyunglar gideli on, on beş dakika olmuşken ayağa kalktım. Dedikleri gibi gerçekten de uzun zamandır yataktan çıkmıyordum ancak birkaç hafta kadar uzun bir süre olabileceğini hiç düşünmemiştim. Camı açtım içeriye dolan temiz hava rahatlamama yol açmış, dışarı çıkma isteğimi güçlendirmişti. Çıkalım öyleyse dedim içimden. Bedenimin içinde hapsolmuş ruhuma iyi gelirdi belki.

Yürüdüm, yürüdüm. Lisa'nın bir kafede çalıştığını Hee Yoon'dan bir konuşma sırasında duymuştum ancak hangi kafede çalıştığı hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Artık önemli de değildi zaten. Şimdi çalıştığı kafeye gitsem ne yazardı? Tekrar görebilir miydim ki onu? Göremezdim.

Kostüm partisinin ardından gittiğim kafeye doğru ilerlemeye başladım. Orada düşündüklerim aklıma gelince gülümsedim, Ah aptal çocuk! Lisa'yı nasıl da tanıyamadın, bu yaşananların hepsini hak ediyorsun. Daha tanıyamadığın bir insanın ruhunda nasıl bir iz bırakmış olabilirdin ki seni bırakıp gitmesin.

Keşkeler devam etmekten korkmanın en büyük belirtilerinden biridir. Keşke demeyecektim, devam etmekten korkmuyordum.

Bilmediğim sokaklara sürüklenirken tek isteğim onu görmekti, tekrar o gülen gözlerine bakmak. Yeniden konuşmak onunla, bu sefer daha güzel dans etmek. Olur da rastlarsam ona diye içimde garip bir heyecan vardı.

Sonraysa durdum.

Bu kadar saçmalık yeter dedim içimden. Halime acıyordum, kendimi kandırmanın anlamı yoktu. Kafeye gitmekten vazgeçtim. Lisa'yı anlayabilmem için sorununun ne olduğunu çözmem gerekiyordu. Okula gidip her şeyi öğrenecektim. Onu bu kadar çaresiz bırakan şey neydi? Neden tüm düzenini yerle bir edip gitmeyi seçmişti? Bunları öğrenmem gerekiyordu. Seçimlerinde hiçbir olumlu etkim olmazken dönüşünü ben hazırlayabilirdim. Bu güzel hayali kafamda canlandırırken ellerimi ceketimin ceplerine koyup hızla okula doğru ilerlemeye başladım. Gülümsemekten kendimi alamıyordum. Onunla ilgili her şey içimi mutlulukla dolduruyordu.

xoxo

xoxo

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
the mood ✘ liskookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin