22 Kasım Perşembe
09.45Elimde tuttuğum kağıt bardaktan süzülen enfes kahve kokusu havalanarak burnuma kadar ulaşıyordu. Gelen sıcaklıkla gülümsedim. Kasım ayını neredeyse bitiriyorduk ve havalar artık iyice soğumuştu.
Genelde Muğla’da havanın en soğuk olduğu ay şubattı. Bu yüzden ocak ayına kadar fazla kalın kıyafetler giymeyi tercih etmezdim. Baharlık kıyafetler iş görüyordu. Şu anda da üzerimde siyah ince bir mont vardı. Gerçi ormanın dibinde ders işlediğimiz için şehir merkezine göre burası bir tık daha soğuktu diyebilirim.
Kağıt bardağın desenlerini incelemekten bıkmış bir şekilde bakışlarımı kaldırdım. Şu an ilk teneffüsteydik ve bizimkiler acıktığından dolayı atıştırmalık bir şeyler almak adına kantine inmiştik. Bugün hava kapalıydı ve serindi. Meteorolojiye göre öğlenden sonra güneşin açabileceği söyleniyordu ama bildiğiniz üzere ben fırtınalı ve yağmurlu havaları daha çok seviyordum. Bu yüzden havanın böyle kalması benim için daha iyi olacaktı.
Oturduğum yerde iyice mayışmıştım. Küçük plazma televizyondan gelen müzik sesleri dahi enerjimi yükseltmiyordu. Bıraksalar uyuyacak konumdaydım.
Çoğu kişi kantinde bir şeyler almak için sıraya girmişti. Kalanlar ise masaların etrafındaki sandalyelere ve kenarda köşede duran birkaç koltuğa rastgele oturmuştu. Yankı yapan buğulu öğrenci sesleri, müzik sesine karışıyordu. Bir yandan da yeni yeni aydınlanan hava bize eşlik ediyordu.
Uyuşuk bakışlarla bizimkileri süzdüm. Yanımda Yağmur, karşımda ise Belinay ve Nazlı oturmaktaydı.
“Oha, şuna bak. Yuh kızım!” dedi Belinay. Nazlı’nın burnuna odaklanmıştı. Resmen ilk defa bir burunu bu kadar dikkatle izleyen birisini görüyordum.
Nazlı, Belinay’ın bu tavrından bıkmış bir şekilde, bilmem bugünden kaçıncı defa yaptığını saymamış olduğum hareketi yaparak, gözlerini devirdi.
Ardından,
“Abi, anladık. Çok ilginç. Şaşkınsın. Biliyorum ama ben sana göz devirmekten bıktım. Sen bana “oha” demekten bıkmadın. Yeter artık oğlum.” dedi.Yanımda, sıkılmış bir şekilde oturan Yağmur da olaya dahil oldu.
“Aman, baksın işte. Ne olacak? Belli ki hayatında ilk defa piercing yaptıran birisini görüyor.” dedi.Aklıma gelen şeyle gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Kendimi tuttuğum için benden tuhaf sesler yükselirken Nazlı, bakışlarını bana çevirmişti.
“Hayırdır oğlum, ne oldu?” dedi.
Başımı iki yana sallayarak, kaşlarımı yukarı kaldırıp indirdim. Kıkırdayarak,
“Olmaz... söyleyemem.” dedim.“Söyle, söyle. İçinde kalmasın.” dedi.
“Olmaz.” diyerek söylememek konusunda ısrar ettim. Çünkü biliyordum ki söylersem Nazlı benim ağzıma edecekti.
“Söyle! Uzatma hadi. Ne diyeceksen, de gitsin! Bende kurtulayım. Sende!” dedi isyankar bir şekilde.
“Söylersem pek kurtulacağımı sanmıyorum ama neyse. Madem o kadar ısrar ettin. Söylüyorum.” dedim.
Ardından ciddi bir ifade takınarak sözlerime devam ettim.
“Hani şu güreşlerdeki boğalar var ya...” dedim.Nazlı diyeceğim şeyi anlamış bir şekilde gözlerini kapatıp açtı ve ardından dudaklarını birbirine bastırarak genişçe gülümsedi. Fakat sonra gülümsemesi soldu. Piercingini daha yeni yaptırdığı için burnu acıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
-Şemsiye-
Romance~Karanlık dünyama, yağmurlu bir günde uzattığı şemsiyesiyle girdi. İpek, hayatının her dakikasını delicesine eğlenerek geçiren, on sekizine henüz basmamış genç bir kızdır. X (adını hikayede öğreneceksiniz), geçmişte yaşadığı psikolojik travmalardan...