2.1

292 91 401
                                    

   

      
                      Yağmur Pektaş’tan...
                           24 Kasım Cumartesi
                                             Saat 19.35

Elimdeki siyah yediliye uzunca baktım. Tahta parçasının üzerindeki rakamları tamamlayıp, okey yapmama çok az kalmıştı. Derince bir iç çektim. Eğer bu eli kazanırsam, oyunun kazananı ben olacaktım.

Tahtanın üst kısmında sırasıyla soldan sağa doğru: siyah altılıdan, onluya kadar ve sekizlilerin dört rengi vardı. Alt kısmında ise mavi onludan bire kadar vardı. Bir de tamamlamaya çalıştığım birlilerin renkleri vardı. Okey olan taş ise kırmızı on ikili idi. Yani benim kırmızı on üçlüyü bulup, bu eli kazanmam gerekiyordu.

Derince bir iç çektim ve odaklanmaya çalıştım. Yumruk yaptığım ellerim gevşerken, çatık olan kaşlarım eş zamanlı olarak indi ve aldığım nefes burnumdan büyük bir gürültüyle çıktı.

Yapabilirdim!

“Haydi bakalım...” diye mırıldanarak ortadaki taş yığınından bir taş çektim. Kıstığım gözlerim yavaşça büyürken, çektiğim taşı ters çevirerek, üzerindeki yazıya baktım. Siyah ikiliydi. Yani benim işime yaramazdı.

Taşa ters bir bakış attıktan sonra onu abimden yana olan tarafa fırlattım. Resmen havada kapmıştı. Keyifli bir şekilde taşı tahtaya koyduğunda bana sırıtarak bakıyordu. Gözlerimi devirmeden edemedim.

Sıranın tekrardan bana gelmesini beklerken, bir süre boyunca düşüncelerimle baş başa kaldım. Aklımda Duman’ın şarkılarından biri çalıyordu. Keyfim biraz olsun artarken, dünkü elektrik kesintisini düşündüm. Tam da abim duş alırken elektrikler kesilmişti. Size var ya ne kadar güldüğümü anlatamam. Bir de bağırıyordt banyodan “Yağmur ışığı aç! Şakan hiç hoş değil!” diye.
Garibim sonradan elektriklerin kesildiğini öğrenmişti.

Gece geç saatlere kadar da elektrikler gelmedi. Ben de tam o sırada kek yapıyordum. Kekim fırında, daha yarısı pişmiş bir vaziyette kalakalmıştı.

Açıkçası dün yağmur falan da yağmıyordu. Ya da ne bileyim, gök gürültüsü de yoktu. Neden durduk yere elektrikler kesilmişti ki?

Neyse.

“Herhalde arıza vardır.” diyerek içimden geçirdim. Gözlerimi daldığım noktadan kaçırınca sıranın bana geldiğini fark ettim. Tekrardan rastgele bir taş çektim. Bu sefer gelen taş kırmızı on üçlüydü.

Hızlıca tahta parçasına göz gezdirince çok geçmeden bu taşa da ihtiyacım olmadığını fark ettim. Omuzlarım bir kez daha aradığım taşı bulamamanın mutsuzluğuyla düşerken, elimdekini abime doğru umursamaz bir şekilde fırlattım.

Durun ya...

Bir dakika. Neden herkes gülüyor?

Annem, babam ve abim de dahil olmak üzere herkes bana gülerek bakıyordu. Onlara anlamsız bakışlar atarken, bir anda üzerimi kontrol etme ihtiyacı duymuştum. Hafifçe üzerime ve sağıma, soluma göz gezdirdim. Açıkta kalan herhangi bir şey olmadığından emin olduğumda, tekrardan onlara dönerek, baktım.

“Noldu?” dedim sorgular bir şekilde.

Abim, elinde attığım taşla bana bakarak,
“Okey olan taşı attın!” dediğinde gözlerimi kapatıp, dudaklarımı birbirine bastırdım. İçimden düştüğüm duruma bir küfür ederken, abim çoktan taşı tahta parçasına yerleştirmişti.

Tahta parçasını bizlere doğru çevirerek,
“Bittim ben!” dediğinde,
“Daha fazla oynamayacağım ben.” diyerek masanın başından kalktım. Annemler gülerek bana bakıyorlardı.

-Şemsiye-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin