26 Kasım Pazartesi
Saat 13.17İçeriye girdiğimde gözlerim, kısaca, geniş ama fazla da büyük olmayan odanın içinde dolaştı. Öğlen arasında olduğumuz için kütüphane neredeyse dolu sayılırdı. Malum bizim okulda inek öğrenci sayısı çok fazladır, sevgili okurlar.
Siz bana ve bizimkilere bakmayın. Valla bak. Biz diğerlerinden farklıyız. Biz anormaliz. Biz deliyiz. Biz kafadan kontağız. Böyle... yani... olmamışız. Anlıyor musunuz?
Annemizin karnında işler ters gitmiş, kimyalar bozulmuş ve biz hatalı doğmuşuz. Şans eseri de biz dört kusurlu ama aynı zamanda da kusurlarını gizleyebilecek kadar mükemmel bir kafa yapısına sahip olan insanlar bir araya gelmişiz.
Kader işte.
Gerçekten bazen tesadüflere inanıyorum. Bazen ise çok boş geliyor. Bilmiyorum. Kafam karışık ve şu an bunları da düşünerek iyice kafamı bulandırıyorum.
Ne saçmalıyorum ben şu an?
Her neyse.
Biz şimdi gelin şu kütüphaneyi bir gezelim.
Kapıdan girdiğiniz anda, arada bir 9-10 metre kadar mesafe olacak şekilde raflar karşılayacak sizi. Böyle büyük ve yüksek kitaplıklar. Heh işte onlardan ama şu yan kısımları size dönük. Yani aralarından geçip kitaplara bakabiliyorsunuz. Bunlardan yaklaşık beş tane kadar var.
Zemin, parke. Koyu kahverengi tonlarında. Duvarlar beyaz ve içerisi oldukça ferah gözüküyor. Sağ kısıma baktığınızda, bilgisayarlı masaların olduğu bir bölüm var. Sol kısıma baktığınızda ise duvara montelenmiş raflar ve altında da böyle renkli puflardan var. Tekrardan bakışlarınızı karşıya çevirdiğinizde ve kitaplıkları geçip cam kenarı kısmına ulaştığınızda ise sizi masalar ve sandalyeler karşılıyor. Kare şeklinde olan bu masaların etrafında sandalyeler var. Orta kısmına ise bir tane çalışma lambası koymuşlar. Sandalyeye oturup, başınızı sağa çevirdiğinizde ise sizi bir orman manzarası karşılayacak. Pencereler ufak olmasına rağmen dışarıyı oldukça geniş bir açıyla alıyor. Onun dışında, duvarlarda motive edici sözler, Atatürk resimleri ve Türk bayrağı fotoğrafları vardı.
İşte bizim ufak kütüphanemiz bu şekildeydi, sevgili okurlar. Umarım az da olsa anlatabilmişimdir.
Biz ne için gelmiştik buraya?
Heh, şey... Ders çalışmak için!
Öyleyse öncelikle çalışma kitapları bakmalıyım. Zaten defterlerimi falan sınıfta unutmuşum. Yazı yazma ve okuma işlerini akşam da halledebilirdim. Şimdi en iyisi birazcık kitaplardan tekrar yapmak. Hem burada kitap çeşidi ve sayısı daha fazla. Yani bu benim açımdan oldukça iyi olacak. Bir bakımdan aslında okulumuzda böyle bir kütüphanenin olması aşırı iyi bir şey. Tüm ders ve ödev işlerinizi burada halledebiliyor, yetmedi sessiz ortam sayesinde kafanızı da dinlendirebiliyordunuz.
Kitaplıkların arasında dolaşmaya başladım. Raflardaki kitaplara parmak uçlarımı tek tek değdiriyor ve kitapların kokusunu içime çekiyordum. Mutlu bir şekilde gözlerimi kapattım. Parşömen kokusu her zaman hoşuma gitmiştir. Aynı zamanda boya, tiner gibi kokuları da seviyordum. Çamaşır suyu, deterjan kokuları...
Bunu size daha önce söyledim mi bilmiyorum ama benim kokulara karşı bir zaafım vardı. Kendimce sevdiğim ve sevmediğim kokular olarak bazı şeyleri sınıflandırıyordum. Bu resmen artık bende alışkanlık olmuştu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
-Şemsiye-
Romance~Karanlık dünyama, yağmurlu bir günde uzattığı şemsiyesiyle girdi. İpek, hayatının her dakikasını delicesine eğlenerek geçiren, on sekizine henüz basmamış genç bir kızdır. X (adını hikayede öğreneceksiniz), geçmişte yaşadığı psikolojik travmalardan...