3.4

866 91 14
                                    

KAÇINMAK



Günümüz

Seul

Lee Donghyuck'un Evi


Yanımdaki sıcaklığa sokuldum.

Immm... Yumuşak ten. Güzel kokuyor.

Mark mı bu?

Elimi karnına koydum. Oradaki kasları hissettim. Çok kas vardı.

Bir dakika! Çok fazla kas vardı.

Göbek deliğine doğru indim.

"Tatlım, eğer daha aşağı inersen arkadaşlığımızı yeniden değerlendirmeye almamız gerekecek ve ben ikimizin de şu an buna hazır olduğunu sanmıyorum."

Gözlerimi açtım. Ev arkadaşım Jungwoo, elinde Mark'ın günlüklerinden birisi açık halde yanımda yatıyordu.

"Biliyor musun? İncindiğin ve kızgın olduğun için bu herifle ilgili anlattıklarının hep abartılı olduğunu sanırdım ama bunu okuyunca... Dik yürürken aynı anda konuşabilmesi bile bir mucizeymiş. Burada ciddi bir kendini kamçılama durumu söz konusu. Gerçekten kendi kırbacı var mıydı onun? Yoksa bütün bunlar sadece zihninde miydi?"

Defteri almak için uzandım ama Jungwoo belimi daha sıkı kavradı ve defteri ulaşamayacağım şekilde uzaklaştırdı.

"I-ıh. Üç yıldır onun tuhaflıklarını dinleyip duruyorum. Bence o çılgın zihnine bir göz atma hakkını kazandım. Tabii ki de asıl soru şu: Bu günlükleri nereden aldın? Lütfen bana onları deli ve sapık biri gibi çalmadığını söyle."

Gözlerimi ovuşturdum. Saat Jung'un sorgulama seanslarından biri için fazla erkendi. "Onları bana kendisi verdi."

"Gerçekten mi?"

"Evet."

"Provada mı?"

"Hayır."

"O zaman nerede?"

"Evinde."

Jungwoo durakladı. "Eyvah! Yani oraya gittin, bunları aldın ve çıktın. Değil mi? Romantik anlamda hiçbir temas yaşanmadı. Aletine ne kadar düşkün olduğun zamanları anmadın, değil mi?"

"Jungwoo..."

Geri çekilip bana sinirli sinirli baktı. "Hayır. Bana hiç öyle Jungwoo falan deme. Bu adamla işleri ağırdan alacağına yemin etmiştin ve bu sabah eve geldiğimde seksi iç çamaşırını yerde ve âşığının günlüklerini komodininin üstünde buluyorum. Daha bir şans vermeden bu durumu berbat etmeye kararlıymışsın gibi geliyor bana."

"Hiçbir şey olmadı."

"Gerçekten burnun uzadı mı diye ölçmem mi gerek Bay Pinokyo? Çünkü yüzün zımpara kâğıdıyla keselenmiş gibi görünüyor."

"Tamam. Pek bir şey olmadı. Öpüştük."

"Sadece öpüştünüz mü?"

"Ve duvara yaslanarak birbirimize sürtündük."

Jungwoo nefes verdi. "Bu hiç de pek bir şey olmadı sayılmaz."

"Ama seks de değil."

"Ağırdan almak da değil."

Haklı olduğunu biliyordum ama bunu kabul etmek beni aşardı. "Ne söylememi istiyorsun Jung? Yaptığımızın aptalca olduğunu söylememi mi? Öyleydi. Onunla ne halt yediğimi biliyor muyum? Kesinlikle hayır. Dün gece onunla ilgili aşırı pornografik rüyalar gördüm mü? Off! Evet. Bu senin için yeterince dürüst sayılır mı?"

Kendimi onun göğsüne bıraktım. O da kolunu sıkıca belime dolayıp kafasını kafama yasladı.

"Ben burada adilik yapmaya çalışmıyorum tatlı şey. Sadece bunun tekrar berbat olmasını istemiyorum. Muhtemelen dengeni şaşırdığını düşünüyorsun ama çok erken ve çok hızla ilerlersen o zaman onun yaptığı şeyin aynısını yapacaksın. Yani korkup kaçacaksın. İkinizin de bunu istemediğine eminim. Öyle değil mi?"

"Evet ama ne zaman onun yanında olsam tek görebildiğim o. Bu da beni korkutuyor. Ayrı kaldığımızdaysa belki böylesinin bizim için daha iyi olacağını düşünüyorum ve bu da beni korkutuyor."

Jungwoo kolumu okşadı. "Bu durumda korkmak çok doğal ama asıl mesele, kararları korkunun vermesine izin vermemek. Korkan insanlar genelde içlerine kapanıp korktukları şeyden kaçınırlar ya da öfkelenip çıkışırlar. Sen ve Mark için işin kötüsü, ikiniz de bu seçenekleri denediniz ve ikiniz de başarılı olamadınız. En üzücü olan da tanıştığınızdan beri birbirinize deliler gibi âşık olmanız ve inatçılığınız yüzünden bunu inkâr ederek çok fazla zaman harcamış olmanız."

Bu konuşmanın göğsümün sıkışmasına neden oluşundan hiç hoşlanmayarak gözlerimi kapattım. Jung iç geçirdi.

Usulca, "Eğer seni teselli edecekse söyleyeyim. Bu günlüklerin kanıtladığı bir şey varsa o da onun seni hep sevmiş olması," dedi.

Güldüm. "Kalbimi kırarken bile mi?"

"Evet, o zaman bile. Yani altı yıl önce şu yazdıklarını bir dinlesene: Yılbaşı arifesi. Kafamda ona dair bu kadar düşünceyle fonksiyonlarımı resmen yerine getiremiyorum. Deli bir adam gibi hissediyorum. 'Ya beni düzeltebilseydi?' diye düşünüp duruyorum. Beni düzeltebilecek biri varsa kesin o olurdu. Gelecek seneden ödüm patlıyor. Onu istemiyormuşum gibi davranmamdan oluşan rezalet bir sirk gösterisi gibi geçecek. Bunun düşüncesi bile beni bitkin düşürüyor. Noel'de bana mesaj attığında kendimi çok zor tuttum ve bu, sadece telefonuma gelen lanet bir mesaj yüzündendi. Üzgün gözler, titreyen dudaklar ve kırık bir kalple tam önümde durduğunda ona nasıl karşı koyacağım ki?

Bir yanım onu tekrar gördüğümde, kendini daha fazla tutamayıp kendisiyle birlikte olmam için bana yalvarmasını ümit ediyor. Eğer öyle yaparsa onu mahrum bırakmamın imkânı olamaz. Lütfen bana yalvarsın. Hayır. Bir dakika. Yapmasın. Lanet olsun! Bundan nefret ediyorum. Kendi derimi yüzmek istiyorum. Mutlu lanet olası yıllar!"

Mark'ın geçmişteki bu içsel karmaşasını duymanın, benim şu an içinde bulunduğum karmaşaya hiç faydası dokunmadı ama yine de onun da benim kadar perişan olduğunu bilmek tuhaf bir şekilde tatmin ediciydi.

Jungwoo sayfayı çevirdi. "Bir de yeni yıl hedefleri var: Donghyuck'u düşünmeyi bırak. Rüyanda Donghyuck'u görmeyi bırak. Mastürbasyon yaparken Donghyuck'u hayal etmeyi bırak. Annene ve kız kardeşine karşı daha nazik davran. Sinir bozucu bir şey söylediğinde babanın yüzünü dağıtmayı hayal etmemeye çalış. Daha çok koş. Daha az içki iç. Daha iyi bir insan ol. Donghyuck için."

Günlüğü bırakıp bana baktı. "Kabul etmek zorundasın. Sorunlarına rağmen bu çocuk senin için deli oluyormuş."

"Bu, yaptığını affettirmez."

"Senin kendisini affetmem istediğini sanmıyorum. Bence kafasının karışık olduğunu anlamanı istiyor."

"Ve aptal."

"Evet, bariz bir şekilde aptal. Yani sen beni bile tahrik ediyorsun ki ben gönüllü bir ukeyim. Onun gibi ateşli, homoseksüel bir erkeğin nasıl sana tapmak dışında herhangi bir şey yapabileceğine dair hiçbir fikrim yok."

Sayfaları karıştırıp durdu. Ben de orada durup onun düzenli kalp atışlarını dinlerken Mark'a karşı duyduğum hisleri çözmeye çalıştım.

"Jung?"

"Hımm?"

"Sence birbirlerini seven ruh eşlerinin aslında birlikte olmamaları gerekmesi gibi bir şey mümkün mü?"

Duraksadı. Sonra günlüğü bıraktı. "Bence asıl soru şu: Sen bunun mümkün olduğunu düşünüyor musun?"

Ona cevap vermedim çünkü eğer bunun aklımdan geçtiğini itiraf edersem içimdeki ufak umut kıvılcımı da titreyerek sönerdi.

All The Things He Said ||  MarkhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin