Bugün büyük bir gündü.
Tekin için hayatındaki rutini devam ettirebilmenin birinci koşullarından biriydi.
Olmadığı bir şekle bürünebilir ,Haliç'ten gazel okuyabilirdi. Diplomasına erişemeyeceği mesleklerde alanının uzmanını gibi lafı çevirerek gerekse bunu tatlı dille süsleyip püsleyerek göz boyama sanatını en ince ayrıntısıyla işleyebilirdi şimdi.
Aynadaki yorgun yansımasına bakındı bir müddet. Misket limonu yeşili gözler koyu bir elaya çalarken uzun kirpikler dümdüz ve hacimsiz bir biçimde savruk duruyordu. Esmer teni Antalya güneşinde iyice kavrulmuşken dişleri ve göz akı harici beyazlık kalmamış olması onun ırklar arası geçiş yapmaya hazırlandığına bir kanıt niteliğindeydi.
"Bugün kimsin?" dedi Tekin aynadaki yorgun gence gözlerini süzerken.
Çocukluk hayalleri elimizde savrulup giden rüzgara karşı koyarcasına direniş gücü yüksek birer balonu temsil ediyordu. Kimi çocuğun hiç balonu olmazdı Tekin gibi. Bazı çocuklar elinde birden fazla balon tutarken ebeveynlerinin güvenli ellerinin sıcaklığı ile daha sıkı tutunurdu bu balona. Kimi zaman artık büyüyen çocuk elleriyle vazgeçerdi onu mücadeleci bir ruha hazırlayan kıymetlisinden.
"Çocukluktan kalan yara izlerim çok ancak bir hayalim bile yok. " dedi Tekin acı bir tebessümle alaycı bakışlarını aynadaki aksine gezdiririken.
"Sen bir hiçsin. Hiç olarak kalacaksın. Kendine fazlasını layık görme,üzülürsün." Çocukluktan beri yakasını bırakmayan obsesif düşüncelerini aynada kendine tekrar ederken kendinden emin bir tonda son kez mırıldandı. Yüzünü havluyla kurularken yorgun bir nefes verip valizden temiz olduğunu düşündüğü bir t-shirti eline aldı.
Kendine ait hiç bir şeyi olmadığı gibi kendine ait bir hayal dünyası dahi yoktu Tekin'in. Hayal kurmanın gereksiz bir göz boyamaca ,sahte bir serap olduğunu düşünüyor ve hayallerle yaşayan insanların aklı selim olmayan varlıklar olduğunu savunuyordu.
Onlarca yıl mahallenin çocuklarının üzerinde eskiyen yırtıp pırtık kalitesiz kumaşların mirasyedisi olarak döngü devam ediyordu. Üzerlerinde paralanan eski püskü kıyafetlerin yırtılmış olması da kimsenin umrunda olmazdı halvet yerleri kapalı durduğu sürece. Tekin gibi ortada savrulup giden yalnız bir ruh olmaktan bağımsızdı bu durumdu.
Yoksulluk,analı babalı yetim olmak ile eş anlama sahipti adalet terazisine koyulduğu zaman.
Bazen kızıyordu hayata. Devlet güvencesi altında bir yurtta sıcak bir lokma aş ve başında güvenli bir çatıda onu kabul edip sevecek bir aileye sahip olabilecekken kendine bile hayrı dokumayan annesinin yanında kalması için bu sefalet ve işkence devam etmişti.
Keşke annem bir oğlu olduğunu bilseydi diye geçirdi Tekin. Hatırlamak bile istemediği kadar korkunç ve travmatik bir gecenin boynundaki zinciri ayağındaki prangası olan Tekin'i hiç sevemezdi ki o zaman. Şimdi,en azından vefat eden erkek kardeşine benzetip "Mehmet" diye seviyordu onu.
Zaten ölür kalır yavrucak denilen isimsiz bir bebekken yarı aç yarı tok sırtı çıplak arşınladığı sokaklara direnmiş adı "Tekin" oluvermişti. Annesi "Mehmet." diye severdi onu. Arkadaşları "Tekinsiz" diye hitap ederdi. Farklı kimliklerle farklı isimlere bürünmek ve onu bir zırh gibi kuşanmak Tekin için yemek içmek kadar rutin bir eylemdi.
Ta ki Alaca'yı görene kadar.
O kızıl tutamların her bir telinde damarlarından akan kanların can bulduğuna yemin edebilirdi. Göz rengindeki kusurlu kusursuzluk karşı konulamaz bir merak düğümü atıyordu Tekin'e. Bu tamamen bu süt renkli gencin ondan farklı oluşundan kaynaklı bir durumdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çalıntı(bxb)
Romance"Bizim gibilerin olayı bu oğlum. Sizin kader yazgınızdan artta kalan bitmiş tükenmiş mürekkeple yazılmış bizim kaderimiz. Biz sizden kalanları paklarız. Biz sizden kalan kırıntıları biliriz ancak. Hayatımız felekten çalıntı !"