Herkese merhaba! Uzun bir aradan sonra böyle kısa bir bölümle karşınıza çıkmak istemezdim fakat öyle olması gerekti diyelim.
Bölüm şarkısı
Alec Benjamin - Let Me Down Slowly
_Olanları düşündükçe çıldıracak gibi oluyordu Jimin. Aynadaki yansıması ile yaşadığı o dayanılmaz karşılaşmalardan her seferinde daha da nefret ediyordu.
Jungkook'un kulisin arka kapısını açıp buz gibi sesi ile gitmesini söylemesinin üzerinden tam dört gün geçmişti.
Dört gündür onu ne okulda görüyor ne de sesini duyabiliyordu. Bir çift gözün yokluğu insanın canını nasıl bu kadar yakabilirdi bir türlü anlam veremiyordu genç öğretmen. Bir açıklama yapmasına bile izin vermemişti.
"Bazen mesafeleri yeniden yaratmak için köprüleri yakmak gerekir. Gitmeniz gerek Bay Park."
Zihninde yankılanıp duran bu cümleden bir türlü kurtulamıyordu genç öğretmen.
Günleri yalnızca Jungkook'un varlığını özlemekle geçmişti. İçtiği kahveden, yediği yemekten bir türlü tad alamıyordu. Evine ne zaman adım atsa onu avlamaya gelen duygularından kaçmak için çabalamıyordu bile artık.
Biraz nefes almak için balkona çıksa karşısında oturan öğrencisinin hayaletiyle karşılaşıyordu. Sınırı geçmekten, köprüleri aşmaktan bahsettiği o evde şimdi köprüleri yakmaktan bahsediyordu nefretiyle kavrulan gözlerini gözlerinden bir an olsun çekmeden.
Ardı ardına dolup boşalan kadehler bile uyumasına yardım edemiyordu zavallı öğretmenin. Ne kadar içerse içsin bir türlü zihninden silip atamıyordu o geceyi.
Her sabah korkunç bir baş ağrısıyla uyanıyor, zorla giyiniyor, okulda Taemin ile karşılaşmamak adına dua ediyordu. Pek de inançlı olmayan biri için olabilecek en içten duaları ediyordu her şeyin yoluna girmesi için.
"Belki de bu yüzdendir." diye mırıldanıyordu kendi kendine. "Tanrı dualarımı neden kabul etsin ki?"
Başını yastığa ne zaman koysa türlü türlü senaryolar kuruyordu kafasında. Sevgilisine ulaşmanın yollarını arıyordu. Bir şekilde öğrenci kayıtlarına ulaşıp Yoongi ve Hoseok ile kaldığı eve gitmeyi bile düşünmüştü.
Elinde tuttuğu katlanmaktan buruş buruş olmuş kağıda baktı bir kez daha. Şu sıralar bunu o kadar çok tekrarlıyordu ki henüz kendi evinin adresini ezberleyemeyen o adam yabancı bir evin adresini ezberlemişti.
Şişeyi çoktan bitirmiş, bardakta kalan son yudum çoktan kanına karışmıştı. "Başka çarem yok." diye mırıldanmıştı kendi kendine. Hayatına mal olacak olsa bile sevgilisi ile bir kez olsun konuşmaya ihtiyacı vardı.
Adımlarını o kadar hızlı atıyordu ki, yanından geçenler dönüp bir kez daha bakıyordu meraklı gözlerle. Bir insan hayatı için koşarken böyle mi gözüküyordu?
Sonunda loş sokağa girdiğinde adımları yavaşlamış, ağrıyan bacakları yüzünden yalpalayıp kaldırıma çökmüştü zavallı adam. Darmadağın olan saçlarını titreyen elleriyle yüzünden uzaklaştırdıktan sonra derince bir nefes alıp bakışlarını apartmanlara çevirmişti. Gözleri çaresizce 13 numarayı ararken sokağın öbür ucunda tanıdık bir silüet belirtmişti.
Ağır adımlarıyla eve doğru yürüyen genç henüz onu fark etmemişti bile. Bir eliyle sırtına astığı gitar kutusunun askısını tutuyordu, diğer elinde ise usul usul yanan sigarası vardı.
Bir an için kaçıp gitmeyi düşündü genç öğretmen fakat özlemi buna engel oluyordu. Günlerdir ondan bir haber bile alamamıştı ve şimdi onu karşısında böyle kanlı canlı görmek sinirlerine iyi gelmemişti. Korkuyordu. Fakat onu görmeye ihtiyacı delicesine.
Genç olan bakışlarını yerden kaldırdığı zaman öğretmenini fark etmiş, adımları daha da yavaşlamıştı. Sokağı gerisin geriye koşarak geçmeyi, kaçmayı düşünmüştü fakat öğretmeni çoktan ayağa kalkmış ona doğru yürümeye başlamıştı.
Aralarındaki mesefe git gide kısalırken son bir nefes aldığı sigarasını yere fırlatmış, sırtını dikleştirmişti Jungkook. Bir savaşa hazırlanır gibi hissetmişti.
Artık ikisinin de gideceği bir yer kalmadığında gözleri birbirini bulmuştu. Her zaman sıcacık kucağını açan gözleri böyle soğuk ve ifadesiz görmek canını yakmıştı zavallı adamın. Kelimelerin arasında boğuluyor gibi hissetmişti.
Elinden başka bir şey gelmediğinden "Jungkook" diye mırıldanmıştı ona kızıp bağırmasını ümit ederek. Fakat genç olan dudakları mühürlenmiş gibi sessizce onu izliyordu. Ne kadar sarhoş olduğunu buradan bile anlayabiliyordu Jungkook.
"Söylediklerinde haklıydın." diye mırıldanmıştı genç öğretmen çatallanmış sesiyle. "Seni dinlemedim, almam gereken önlemleri almadım."
Jungkook bakışlarını öğretmeninin yüzünden çekmiş, uzaklara, caddenin diğer ucunda akan trafiğe çevirmişti. Fakat genç öğretmenin pes etmeye niyeti yoktu. Hazır onu dinliyorken dileyebildiği kadar özür dileyecek, gerekirse yalvaracaktı.
"Seni çok özlüyorum, şu an karşımdayken bile özlüyorum." diye mırıldanmıştı Jimin. "Fotoğraflarına bakarken bile özlüyorum seni."
Derin bir nefes almış "Yüzüme bak yalvarırım." diye fısıldamıştı sesindeki muhtaçlığı gizleme gereği duymadan.
Gözleri gecenin karanlığından farksız gözlerle buluştuğunda sokak lambasının loş ışığında ıslanan kirpiklerini zar zor seçebilmiş, elleri öğrencisinin ellerini sarmıştı hızlıca.
Bu beklenmedik temasla canından can gidiyormuş gibi hissetmişti genç olan. Göz yaşları ardı ardına ıslatıyordu yanaklarını. Öğretmeninin sesi bir kez daha yankılanmıştı boş sokakta. "Özür dilerim." diye fısıldamıştı aralarındaki mesafeyi biraz daha kapatırken. Fakat öğrencisinden hiçbir yanıt alamamıştı.
"Seni kaybetmek istemiyorum." diye mırıldanmıştı genç öğretmen bir kez daha. "Sana öyle bağlanmışım ki, sensiz nasıl yaşayacağımı bilemez oldum Jungkook." diye devam etmişti sözlerine yüzünü daha iyi görebilmek için hafifçe eğilirken. "Günlerdir cehennemi yaşıyorum."
Jungkook ne ellerini çekiyor ne de bir cevap veriyordu. Bir an olsun rüya görüyor olabileceğini düşündü genç öğretmen ama hayır, rüya olamayacak kadar gerçekti yüreğindeki acı.
"Bağır, kız, hatta sinirinin geçmesini sağlayacaksa vur bana, ama sessiz kalma Jungkook, yalvarırım." diye fısıldamıştı boşta kalan elini öğrencisinin yüzüne çıkarırken. Fakat beklemediği bir anda Jungkook birkaç adım gerilemiş, ellerini ellerinden kurtarmıştı sertçe.
"İstemiyorum." diye mırıldanmıştı göz yaşlarını elinin tersi ile silerken. Sevdiği adamın dudaklarından dökülen ilk sözcükler kalbini mümkünmüş gibi daha da kırmıştı genç öğretmenin.
"En başında sizi dinlemeliydim." diye devam etmişti Jungkook kendisinin bile inanmadığı sözlerine. "Bunun bir hata olduğunu söylediğinizde kalbimden söküp atmalıydım yaralarımı gösterme cesareti bulduğum o geceyi."
Kendi kendine gülmüş, ardından sözlerine devam etmişti. "Fakat ben tam bir salak gibi daha da çekildim size."
Yüzüne yerleştirdiği acı tebessümle "Hiç olmayacak hayaller kurdum, gençliğime verin." diyip uzaklaşmak için bir kaç adım atacak olmuş, ardından duraklamıştı. "Ona bir şans verin Bay Park." diye mırıldanmıştı. "Zira bizim hiç şansımız olmadığını ikimiz de biliyoruz."
Jimin çaresizce "Jungkook." diye mırıldanmıştı. "Beni sensizliğe mahkum etme."
Fakat sesini duyan kimse yoktu sanki. Sokakta bir başına öylece kalakalmıştı, birbiri ardına akan gözyaşlarına karışan yağmur damlalarını hissetmiyordu bile.
Buğulu bakışları apartmanların camlarında gezinirken pencereden onu izleyen bir silüetle karşılaşmış, kim olduğunu anlayamadan kaybolmuştu camdaki beden.
_
Kısa bir geçiş bölümü de olsa umarım hoşunuza gitmiştir.
Bir sürü kalp yolluyorum size 💜
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Louder Than Bombs
FanfictionPark Jimin'in sakin denizi, öğrencisi Jeon Jungkook'un hayatına girmesiyle hırçınlaşacaktı.