Herkese merhaba! Bölümü Conan Gray şarkılarına boğacağım şimdiden haberiniz olsun. Umarım seviyorsunuzdur, henüz dinlememiş olanlarınız varsa onlar da dinlerken keyif alır umarım. Sıralı tam liste olarak bırakıyorum şarkıları;Conan Gray - Idle Town
Conan Gray - Crush Culture
ve okurken bölümde çalmaya başladığı yere denk gelmesini umduğum bir diğer Conan Gray şarkısı, CheckmateYorumlarda buluşup kritiğini yapalım haydi!
-Fakülteden çıktığı anda sağnak yağmura yakalandığı için kendisini şanslı hissetmişti Jungkook. Kulağa bir klişe gibi gelse de, daha fazla içinde tutamadığı göz yaşlarını sonunda serbest bırakmış, yağmurla maskelemişti zavallı.
Çantasında duran şemsiyesi aklına gelmiş fakat uzanıp onu olduğu yerden çıkartamayacak kadar yorgun hissetmişti bakışlarını ağır ağır attığı adımlarına indirirken. Basit bir şemsiye bile bir sürü anıyı canlandırmaya yetmişti ne yazık ki.
Hayatının tüm iniş çıkışları zihninin duvarlarında canlanırken her şeyin ne kadar hızlı değişebildiğini fark etmiş, tüm bedenini saran garip bir ürperti hissetmişti Jungkook.
Kalbini bir erkeğin deli gibi çarptırabildiğini hissettiği o ilk anı hatırladığında kuru bir gülüş kaçmıştı dudaklarından. Belki hayatı boyunca hissettiği en gerçek duyguydu bu ve belki de hayatı ilk kez o zaman alt üst olmaya başlamıştı.
Uzunca bir süre düşe kalka devam ettiği bu yolda sonunda tökezlemeden yürümeye başladığını hissetmeye başladığı anda yine dizlerinin tutmadığını hissetmeye başlamıştı. 'Ne garip' diye düşündü zavallıcık, bedeni ufacık kalmış, en hafif bir rüzgarda savrulabilecekmiş gibi hissetmişti. Kendi hayatına yetişemiyormuş gibi hissetmişti o an. Yine bir erkek tüm hayatını mahvedecekmiş gibi hissediyordu ve elinden hiçbir şey gelmiyordu.
Günlerce kendi kendine kalbinde yeniden çiçekler açtıran bu adamın öğretmeni olduğunu ve duygularına söz geçirmesi gerektiğini bağıra çağıra hatırlatsa da kalbi onca acıya rağmen o güzelim çiçekleri kanı pahasına da olsa büyütmeye yemin etmişti sanki.
Zihninde hala o gecenin anıları canlanırken öğretmeninin üzerine basa basa buna bir "hata" demesine dayanamıyordu Jungkook. Güzelim bir rüyaya karabasan gibi çöken bu cümle canını hiç sanmadığı kadar yakmıştı ve zavallı genç bununla nasıl başa çıkacağını bilemiyordu bir türlü. Özenle yetiştirdiği, gözyaşlarıyla suladığı o narin çiçekleri tek bir hamleyle acımadan ezmiş, köklerinden kopartmıştı gözlerine bakmaya kıyamadığı öğretmeni.
Yanından gelip geçen insanlar kendilerini koruyan büyük şemsiyelerinin ardından bardaktan boşanırcasına yağan bu yağmurun altında bir başına yürüdüğü için kendisine acıyan gözlerle bakarken, Jungkook yıldızları tek tek sönen gözlerini gökyüzüne çevirmiş, derin bir nefes almıştı. Gidebileceği hiçbir yer yokmuş gibi hissediyordu zavallı. Gri bulutların kapladığı gökyüzünün altındayken bile derin bir nefes almak bu kadar zorlaşmışken ne arkadaşlarına sığınabilirmiş gibi hissetmiş ne de dört duvar arasında huzur bulabileceğine inanmıştı Jungkook.
Zaten herhangi bir yere gidebilecek kadar da güçlü hissetmiyordu zavallıcık. Dakikalardır nereye gittiğini bile bilmeden yürüyordu ve dizlerinde derman kalmamıştı artık. Tek yapmak istediği bir banka oturup saatlerce ağlamak, içindeki zehri akıtmaktı.
Sırılsıklam olmuş kıyafetleri vücudunu sarmalarken yol üstündeki parkın girişinde tek başına duran bir banka oturmuş, ağır hareketlerle sigarasını dudaklarının arasına sıkıştırıp titreyen ellerini çakmağının güçsüz alevine siper etmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Louder Than Bombs
FanfictionPark Jimin'in sakin denizi, öğrencisi Jeon Jungkook'un hayatına girmesiyle hırçınlaşacaktı.