Yangın

366 50 21
                                    

Herkese merhaba, uzun zamandır yazıp yazıp değiştirdiğim bir bölümdü. Bir süre demlenmeye bıraktım da diyebiliriz. Umarım beklentilerinizi karşılayan bir bölüm olur.

Bölüm şarkısı
Hans Zimmer - Finding the Rose (From The Little Prince)
-

Kelimeler birer birer boğazında düğümlenirken sanki öğretmenini hissetmek istercesine parmakları satırlarda gezintiye çıkmış, ürkek bir hıçkırık kaçmıştı dudaklarından gece gözlünün.

Günlerdir içine akıttığı gözyaşları sonunda dümeni ele geçirdiğinde sayfalara düşen bir kaç damlayla kendine gelmiş, "Gitmem gerek." diye mırıldanmıştı Jungkook "Gitmem gerek Bay Kim."

Yüzünü yıkayan gözyaşlarını elinin tersiyle silmiş, koşabildiği kadar hızlı koşmaya başlamıştı Jungkook. Anıları bir saniye olsun peşini bırakmazken tüm acılardan, tüm hayal kırıklıklarından kurtulmak istercesine koşmuştu zavallı. Sızlayan bacaklarına, göğsünü yarıp çıkacakmış gibi atan kalbine rağmen bir saniye olsun durmadan koşmuştu.

Nereye gittiğine, ne hissettiğine ya da ne hissetmesi gerektiğine dair en ufak bir fikri yoktu zavallı gencin. Her ne kadar arkasına bakmadan koşarsa koşsun, parmaklarının arasında sımsıkı tuttuğu defterden kaçıp zihninde canlanıyordu öğretmeninin yalvaran sesi.

Henüz birkaç saat önce öğretmenin parmaklarının arasından sızan kan zavallı öğrencinin kalbinin tam ortasına kor gibi düşüyordu sanki. Bu geceden sonra işlerin nasıl garipleşeceğini düşünmek bile istemiyordu.

Soluk soluğa koştuğu geniş caddenin iki yanına sıralanmış binalar üzerine üzerine geliyordu sanki. Gecenin ilerleyen saatlerine rağmen iğne atsalar düşmeyecek caddede omuz darbeleriyle sarstığı insanların homurdanmalarına aldırmadan ilerliyordu Jungkook.

Nereye gittiğine dair bir fikri yoktu, ta ki yorgun düşmüş ayakları daha fazla dayanamayıp kalbinin emrine karşı çıkmadan o tanıdık binanın önünde durana kadar.

Işıkları tek tük yanan binayı incelerken gözlerinden akan yaşları elinin tersiyle silmiş, bir an olsun düşünmeden orada geçirdiği kısacık zamana rağmen anılarla dolu binaya doğru ilerlemeye başlamıştı. Daha sonra tekrar onda kalmak isterse diye Jimin'in kendisine verdiği anahtarları kavrayan parmakları titriyordu.

"Onu görmem gerek." diye mırıldandı titreyen sesine aldırış etmeden. Kendi kendini ikna etmek ister gibi bir hali vardı.

Gerginlikten titreyen parmaklarına rağmen hızlıca kapıyı açtığında gözleri henüz kaçırdığı asansöre takılmış, derin bir nefes aldıktan sonra merdivenlere ilerlemişti Jungkook.

Sanki dakikalardır koşan o değilmiş gibi merdivenleri birer ikişer çıkmış, sonunda öğretmeninin dairesinin önüne geldiğinde derin bir soluk almıştı.

Zavallı genç terden ıslanan saçlarını kemikli parmaklarıyla geriye doğru tararken boşta kalan eli zile uzanmıştı. Olan onca şeyden sonra neredeyse bir yabancının evinin kapısına dayanmış gibi hissediyordu. Gitmeli miydi?

Fakat zili çalmasının üzerinden neredeyse beş dakika geçmesine rağmen kapı açılmadığında öğretmeni için endişelenmeye başlayan Jungkook huzursuzca anahtarı yuvasına sokmuş, kilitlenmemiş kapıyı tek hamlede açmıştı.

İçeride kapının hemen önüne özensizce bırakılmış bir çift ayakkabı dışında hiçbir yaşam belirtisi yokmuş gibi hissettiğinden endişe dolu gözlerini salondan alıp yatak odasına giden koridora çevirmişti genç adam.

Ürkek adımları sonunda yatak odasının önünde durduğunda kapıyı yavaşça aralamış, beyaz çarşafların arasında usulca uyuyan öğretmenini gördüğünde içi bir nebze olsun rahatlamıştı.

Louder Than BombsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin