İncittiğim elime rağmen 3606 kelimelik bir bölümle sessizliğimi bozdum. Benim çok içime sinen bir bölüm oldu.
Umarım siz de en az benim kadar keyif alırsınız.
Bölüm şarkısı BTS- Your Eyes Tell
Yorumlarda buluşalım mı?
-Kulaklarında yankılanan harfler hecelere, heceler kelimelere evrildiğinde, az önce bacağını incittiği için ona destek olmak adına koluna giren Taemin'den hızla uzaklaşmış, bir bomba gibi dudaklarından dökülen cümleyle arkasına bile bakmadan salondan çıkıp giden öğrencisinin arkasından bakakalmıştı Jimin. 'Randevum var.' cümlesini defalarca düşünmüştü Jimin arkasından seslenen Taehyung'a aldırmadan sendeleye sendeleye yürürken. "Bekle, hepten inciteceksin ayağını!"
Aldığı ikazla usulca arkasına dönmüş "Aslına bakarsan hiç acımıyor." diye yanıtlamıştı arkadaşını Jimin. Fakat ağırlığını sağ ayağına vermeden ayakta durmaya çalışması ve yüzündeki belli belirsiz kasılma neredeyse bulduğu her fırsatta dikkatle bu güzel adamı izleyen Taemin'in gözünden kaçmamıştı. "İyi ama..." diye karşı çıkacak olmuştu Jimin'e. Sözcükleri birer birer boğazına dizilmişti genç adam daha az önce sakatladığı ayağına rağmen sözünü kesip neredeyse koşarcasına giderken. "Erkek kardeşime doğum günü hediyesi almam gerek de!"
Bahanesinin ne kadar inandırıcı olduğuyla ya da hareketleri yüzünden şüphe uyandırıp uyandırmadığıyla zihnini yoramayacak kadar telaşlıydı Jimin. Hızla soyunma odasına gidip eşyalarının olduğu çantayı almış, ardından üzerindeki eşofmanları değiştirmeye bile zahmet etmeden sakatlanan ayağı izin verdiğince koşmaya başlamıştı.
Jungkook'un sözcükleri aklında yankılanıp duruyordu. " 'Randevum var' da ne demek?" diye söylenmişti kendi kendine binadan çıkarken. Öğrencisini etrafta göremeyince "Ciddi miydi gerçekten?" diye tıslamıştı bir yılan gibi.
Durup bir nefes almayı, ardından mantıklı bir şekilde hareket etmeyi amaçlasa da aklına gelen düşünceler yüzünden içinde büyüttüğü öfkenin aleviyle daha da koyu bir kahverengiye boyanmıştı genç öğretmenin gözleri. "Randevudan kast ettiği Jiwoon olamaz değil mi?" diye sormuştu gözlerini gökyüzündeki gri bulutlara çevirirken. Başka biri olsa daha mı az yanardı sanki canı? Saçmalık.
Git gide gerilen kaslarının acısı incittiği bacağının ağrısıyla birleşmesine rağmen sanki vücudu tamamiyle uyuşmuş gibi hissediyordu Jimin. Öyle ki, zavallı zamandan da mekandan da alabildiğine uzaklaşmış, yalnızca zihninin duvarlarında yankılanan sese odaklanmıştı.
"Randevum var."
Bir saniye bile düşünmeden elini cebine götürmüş, aceleyle telefonunun tuş kilidini açtıktan sonra öğrencisini aramıştı. Bir yandan yürüyor bir yandan da "Aç artık şu telefonu." diye söyleniyordu genç öğretmen, ama nafile.
Sendeleye sendeleye ana caddeye kadar yürümüş, yoldan geçen taksiye el etmişti durması için. Taksicinin nereye gideceğini sormasına fırsat vermeden "Hangang-daero caddesi." diye lafa girmiş, ardından "Maloney's Pub'a gideceğim." diye mırıldanmıştı taksici çoktan aracı hareket ettirmeye koyulduğunda.
Yol boyu zihninde dolanan tilkiler sanki gökyüzünü kaplayan gri bulutlar yetmezmiş gibi kalbini hepten gölgede bırakırken derince bir nefes almış, sakinleşmek için birden yüze kadar saymaya kadar türlü türlü yöntem denemişti zavallı öğretmen. Fakat hiçbiri işe yaramamış, öğrencisinin iğneleyici sesi ve öfkeli bakışları bir an olsun zihninin dinlenmesine izin vermemişti.
Peki ya Jungkook'u orada o çocukla neşeli kahkahalar atarken bulursa? O zaman ne yapacaktı? Yanlarına gidip rahatlarını kaçırmalı mıydı? Yoksa usulca bir köşede oturup kaybedişini mi izlemeliydi? Ya ikisini de orada bulamazsa, ne yapacaktı? Jungkook aramalarına bile cevap vermiyordu ve bu git gide gerilmesine sebep oluyordu. 'Onu daha önce aramalıydım.' diye geçirdi içinden barın kapısında dikilen korumaların yüzüne bile bakmadan içeri girerken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Louder Than Bombs
FanfictionPark Jimin'in sakin denizi, öğrencisi Jeon Jungkook'un hayatına girmesiyle hırçınlaşacaktı.