Geçmiş, bir zehre sahipti ve bu zehrini ne zaman kullanacağını bilemezdiniz. Bir anda damarınızdan verilirdi bu zehir, öylece kalakalırdınız. Panzehriniz olmazdı. Durdurmak ve unutmak için hiçbir şey yapamazdınız. En sonunda ise önce ruhunuz, sonra da bedeniniz Azrail'in avı olurdu.
Ve tam şu noktada, geçmiş beni zehirlemek için fırsat kolluyordu. Yapacağım en ufak bir hatayla beraber o zehir kanıma karışacaktı. Kanıma karıştığında ise her şeyin çok geç olabilirdi.
Derin bir nefesle beraber alnımı ovaladım ve az önce kalktığım sandalyeme geri oturdum. Yeni getirilen dosyayı elime aldım ve incelemeye başladım. Gördüğüm her satır daha da şok olmamı sağlıyordu. Çoğu suçtan ya para cezasıyla ya da hafif cezalarla sıyrılmayı başarmıştı. Aslında şaşırmamam gerekirdi. Sonuçta bu adamların her alanda bağlantıları vardı.
Ama aklıma takılan bir şey vardı. Çoğu suçtan böyle hafif cezalarla yırtmışken ne olmuştu da büyük bir davayla ilişkiye girmişti bu adam?
İşte tam o anda göğüs kafesimde bir farkındalık ve belirsizlik yer edindi. Bana, adamın daha önce işlediği suçlardan, aldığı cezalardan bahsedilmişti. Eğer ben bu davayı kabul edersem neyi savunacaktım? Bundan bahsedilmemişti. Avukatlığını yapmam istenen olaydan bile bihaberdim.
Sıkıntıyla nefes verdiğimde telefonumdan gelen bildirim sesi dikkatimi dağıttı.
Gönderen: Bilinmeyen Numara
Davayı kabul et, gerçekleri öğren. Teklifi düşünmen için 2 günün var. Kardeşini düşün, Hera. Zaman daralıyor. Tik. Tak. Tik. Tak.
Nefes alamadım, dünya durdu, kalbim ritimsizleşti. Nasıl bir şeyi savunacağımı bilmiyordum. Tek bildiğim adamın aşağılık biri olmasıydı. Bir de kardeşimin ruhunu kurtarma şansım olmasıydı...
Şu noktada ne yapacağımı gerçekten bilmiyordum. Etrafımda dönen her şey belirsizlikle kaplıydı. Nefret ediyordum bundan. Bana yol gösterecek bir şey yoktu. Belki de vardı ama ben fark etmiyordum.
Kafamın içinde dönüp duran tilkileri engellemek zordu. Her gelişmede yenisi ortaya çıkıyordu ve düşüncelerimi ele geçiriyordu. Ne yapacağım konusunda farklı fikirler ortaya atıyorlardı ama hangisine güvenebilirdim ki?
Kendime gelmek için kafamı iki yana salladım. En iyi kararı vermek için iki günüm vardı ve ben bu fırsatı çöpe atamazdım. Kabul edersem kendimi affedebilir miydim ki? Kabul etmezsem bir daha nasıl bulabilirdim katili ve doğruları?
Kafamı kollarımın arasına hapsettim ve düşünmek, en azından bir şeyler bulabilmek için kendime vakit verdim.
22 Aralık 2018
Buradayım. Yıllar sonra buradayım. Bir daha buraya gelebileceğimi düşünmezdim. Seni soğuk toprağın altında hayal edemezdim çünkü. Hala edemem. Bilirim çünkü. Eğer edersem beni saran sıcak hayaletin gider yanımdan, terk eder beni. Göze alamam bunu. Hayaletini de kaybetmeyi göze alamam.
Gözlerimden akmak isteyen yaşlara zorlukla engel oldum ve kısık bir sesle konuştum. "Bak, geldim. Avukatım artık. Masum insanları savunuyorum, onları kurtarmaya çalışıyorum. Seni de kurtaracağım merak etme. Ruhunun rahatlamasını sağlayacağım."
Toprağı okşarken kalbim kasılıyordu. Zorlukla konuşmaya devam ettim. "Eğer bedenini kurtaramadığım gibi ruhunu da kurtaramazsam affedemem kendimi, yaşayamam."
"Neden gittin? Neden terk ettin ki beni? Ne kadar düşünsem de bir cevap bulamıyorum. Azrail neden seni aldı da beni almadı? Senin yaşaman gereken güzel günler vardı. Ben yaşamasam da olurdu."
Durdum. Nefes almak bile zordu. Konuşamıyordum. Devam edemiyordum. Sözcükler, ağzımdan çıkmamak için direniyordu.
Dakikalar sonra devam edecek gücü kendimde az da olsa bulduğumda konuştum. "Bana bir teklif yaptılar. Suçlu olan birini savunursam senin katilini bulabileceğimi söylediler. Ne yapacağım? Söylesene Aren, ne yapacağım şimdi? Canım yanıyor. Nefes alamıyorum çoğu zaman. Suçlu birini savunursam kendimi affedebilir miyim? Peki ya reddedersem? Reddedersem eğer, senin katilini yakalamak için olan son şansımı da kaybeder miyim?"
Gözyaşlarımı daha fazla engelleyemediğimde bir bir toprağa düştüler. Dayanamıyordum. Dayanamıyordum işte. Ne yapacağımı bilmiyor, nasıl dayanacağımı bilmiyordum.
Kalbim acıyla kasılırken toprağa kafamı yasladım ve yaşların düşmesine izin verdim. Uzun zamandır ağlamıyordum. Uzun zamandır yapmadığım ne varsa birkaç gün içinde yapmıştım yeniden. Keşke yapmak zorunda kalmasaydım. Keşke...Keşke bu acıyla yaşamayı öğrenebilseydim. Keşke uyuyamadığım gecelerde okuyamayacağını bile bile sana mektup yazıp sabahına yırtmasaydım.
Ağlamaya devam ederken kelimeler zorlukla döküldü ağzımdan birer birer. "Kabul etmeliyim, değil mi Aren? Sen benim yerimde olsan ne yapardın? Farklı bir yol mu bulurdun? Bulurdun, değil mi? Kalbin temiz senin. Bu pis işleri savunmazdın sen, değil mi? Ama...Yapamıyorum ben Aren. Seni kurtarmak için başka ne yapabilirim, bilmiyorum."
Ağlamam sesli bir hal almıştı artık. Hala nefes alamıyordum, hala kalbim kasılıyordu, hala ellerim titriyordu. Kafamı topraktan kaldırdım ve toprağı okşamaya başladım. Sanki onun ruhunu da okşuyordum. "Bedenim, ruhum, zihnim... Hepsi kirlense de mahvolsa da seni kurtaracağım, merak etme. O soğuk toprağın altında rahat etmeni sağlayacağım. Bunu yapamazsam..."
"Bunu yapamazsam bil ki ben de ölmüşüm demektir. Bedenen veya ruhen. Fark etmez. Seni kurtaramadığım gün benim de sonum olur."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAUDADE
ActionNefes almak zor. Bir 23 Aralık gecesi, hava yağmurlu. Senin için akan gözyaşlarım bulutlara yüklenmiş sanki. Senin temiz ruhun ise yuva olmuş acılara bunca zaman, bilememişim. Aslında seni benden alan bir kurşun değilmiş. Sen benden çoktan gitmişsin...