"Ne?"
Az önceki cümlesini tekrarladı. "O davaya bakmak zorunda değilsin, Hera."
Karşımda duran ve ismini dahi bilmediğim bu kişi, ne demeye çalışıyordu? Kafa karışıklığımı yüzüme yansıtmasam bile zihnimin içinde bin bir tilki dönüyordu. Derin bir nefesi ciğerlerime buyur ettiğimde mantığımın yönelttiği bir soruyu dile getirdim.
"Sana neden güveneyim?"
Hafifçe tebessüm ettiğinde tebessümü alaycı değildi, aksine anlayışlıydı. Yine de bu kadar içeriden olan ve Alparslan'ın en güvendiği kişilerden olan birine nasıl güvenebilirdim ki?
İlk birkaç saniye sessizlik içindeydi. Yüzündeki gülümseme kaybolduğunda ciddi bir tavır takınmıştı.
"Bana güvenmemeni anlıyorum. Ne de olsa onlarla beraberim. Fakat sandığının aksine böyle bir olaya göz yummam."
Hafifçe nefes aldığımda aklımdaki ihtimaller artıyordu. Ne olursa olsun güvenemezdim. Riske de atamazdım. Eğer şimdi karşımdaki adamın teklifini kabul etmezsem nasıl kurtarabilirdim o kızı?
Belki de bunların hepsi bir oyundu. Bir nevi güven testi gibi. Alparslan'ın kurduğu bir oyun. Mükemmel bir yalancıyla gerçeğe ulaşmak. Mümkün müydü bu? Bir sürü kötü iş yapan biri için... Pekala, gayet mümkün görünüyordu.
İhtimaller zihnimi kemirmeye devam ederken bir cevap vermedim. O ise, cevap vermediğimin farkında bir biçimde konuşmaya devam etti. "Başka şansın var mı? O davaya bakmak istemediğinin ve o kızı kurtarmak istediğinin farkındayım. Yapabileceğin başka bir şey var mı?"
Haklıydı. Yine de haklı olması, ona güveneceğim anlamına gelmiyordu. Karşımda güvenmediğim biri varken her şeyi açıkça söylemem söz konusu bile olamazdı. "Var veya yok. Bunu neden sana söyleyeyim? Hemen Alparslan'a yetiştir diye mi? Komik olma."
Birkaç saniye cevap vermeden yüzüme bakmaya devam etti. O bir şey demeden önce tekrar bir soru yönelttim. "Sana güvenmem için bir neden verebilir misin bana? Veremezsin."
"Veremem. Bana güvenemezsin. Ama o kızı kurtarmak için güveniyor gibi yapmak zorunda değil misin?"
Sorusuyla beraber duraksadım. Henüz bir planım yoktu. O kızı nasıl kurtarabilirdim, kardeşimin katilini nasıl bulabilirdim? Cevaplar yoktu.
Ben cevap vermeyince lafına devam etti. "O kız kurtarılmayı hak ediyor. Benimle beraber o kızı kurtarmayacak mısın? İşbirliği yapmadan davayı nasıl halledeceksin, Hera?"
Bir elimle alnımı ovuşturduğumda verecek cevabım yoktu. Ne yapmalıydım? Kime güvenmeliydim? Kiminle olmalıydım? Sorular zihnime baskı yapmaya devam ederken cevaplar kilitli kapılar ardındaydı ve anahtarım yoktu.
Karşımdaki kişinin adını bile bilmiyordum. Onun hakkında tek bildiğim şey, Alparslan'ın ona fazlaca güvenmesiydi. Tek bir şey adına, her şeyi riske atabilir miydim?
"Daha adını bile bilmediğim birisiyle işbirliği mi yapmalıyım?"
Cümleme hafifçe tebessüm ettiğinde az önceki gibi anlayışlı bakıyordu. "Barlas. İsmim bu.
Barlas.
Kafamı hafifçe salladığımda bir yandan bu görüşmenin bitmesini, bir yandan da onun hakkında daha fazla şey öğrenmeyi istiyordum.
Yine de şimdilik ikinci ihtimali geri plana atarak "Düşünmem için zaman ver." dedim. Zamana ihtiyacım vardı. Her şeyi zihin süzgecinden geçirip bir kanıya varmak için zamana ihtiyacım vardı. İhtimalleri eleyerek sonuca ulaşmam gerekiyordu. Biliyordum, yanlış vereceğim tek bir karar her şeyi mahvetmeye yeterdi. Her şey mahvolursa da ne o kızı kurtarabilirdim ne de kardeşimin ruhunu.
Kafasını onaylarcasına salladığında "Düşünmek için zamana sahipsin. Ama unutma Hera, fazla zamanın yok. Fazla zamanımız yok." dedi ve bana son bir kez bakarak odadan ayrıldı.
O, odadan ayrıldığında birkaç saniye yerimden kalkamadım. Az önce... Ne olmuştu?
Kafamı iki yana sallayarak kendime gelmeye çalıştım ve ayağa kalktım. Bir an önce buradan gitmeli, uzun uzun düşünmeliydim.
Odadan çıktığımda kapının yanında beni buraya getiren adam bekliyordu. Çıktığımı fark edince işaret edercesine elinin öne uzattı ve "Gidelim." dedi.
Yapabileceğim başka bir şey olmadığı için önümde yürüyen adama ayak uydurdum.
Çıkışa yaklaştığımızda Alparslan'ın orada dikildiğini fark ettim. Bizi bekliyor gibiydi. Önümdeki adam da bunu fark etmişçesine Alparslan'ın önüne geldiğimizde durdu ve saygıyla eğildi.
Alparslan onu umursamadan bana bakmaya başladı. Bu yüzü görmekten bıkmıştım. Çok fazla görmesem bile yaptıkları şeylerin bazılarını bilmek iğrenmem ve bıkmam için yeterliydi.
"Yeniden merhaba Hera." dediğinde bir cevap vermedim. "Umarım görüşmen sorunsuz geçmiştir."
Hafifçe tebessüm ettim. Tebessümüm alaycıydı ve Alparslan da gayet farkındaydı bunun.
Benim cevap vermediğimin farkında olduğu için daha fazla uzatmak istememişti. "Sonra görüşürüz, Hera." dedi ve sırıttı. Gözlerimi yıkamak istiyordum.
Az önceki adamla beraber tekrar yürümeye başladığımızda siyah bir arabaya doğru ilerliyorduk. Arabaya geldiğimizde adam eliyle arka kapıyı gösterdi. Binmemi söylüyordu. Uğraşmak istemediğim için kapıyı açıp koltuğa oturdum. Benden hemen sonra adam da sürücü koltuğuna geçmişti. Arabayı çalıştırdığında gözlerimi camdan dışarıya çevirdim ve düşüncelerin zihnime akın etmesine izin verdim.
Araba evimin önünde durduğunda durumu garipsesem de bir şey demeden arabadan indim. Hava kararmıştı. Çantamdan telefonumu çıkardığımda saatin 20.56 olduğunu gördüm. Pek geç sayılmazdı. Soğuk havada daha fazla durmak istemediğim için anahtarımı çıkardım ve eve girdim.
Işıklar yanıyordu, annem henüz yatmamıştı. Salonda kitap okuduğunu görünce yanına gidip gitmemek arasında kaldım. Kafam fazla karışık olduğu için gitmemeye karar verince mutfağa doğru ilerledim ve kendime bir bardak su doldurdum.
Odama çıktığımda çantamı yatağımın kenarına bıraktım ve derin bir nefes vererek yatağıma oturdum. Fazlasıyla soru vardı aklımda. Kafam karmakarışıktı. Annem neden bunca zaman bana yalan söylemişti? Neden babamın öldüğünü söylemişti? Barlas'a güvenebilir miydim? Başka türlü ne yapabilirdim ki?
Sorular vardı. Hem de fazlasıyla. Ama bir kaçış yolu yoktu, cevaplar yoktu. Zihnimin içindeki kargaşayı boşaltabilecek, durdurabilecek hiçbir şey yoktu.
İyice düşünüp bir karar vermem gerekiyordu, bunu biliyordum. Her şeyden önce Barlas'ın teklifini zihin süzgecimden geçirmem gerekiyordu, annemin yalanını sonra halledebilirdim.
Beynim çatlayacak gibiydi. Bugün... Fazlasıyla dolu geçen bir gündü. Sıkıntıyla yerimden kalktım ve banyoya geçip elimi yüzümü yıkadım. Düşünmem gereken fazlaca şey vardı. Sadece... Şimdi düşünmek istemiyordum. Düşünmek zorundaydım, bunun farkındaydım. Barlas'ın teklifine karar vermediğim her saniye zaman bizim aleyhimize işliyordu. Yine de biraz dinlenmem gerekiyordu.
Bundan sonra anneme nasıl davranacaktım, ona babamı gördüğümü söyleyecek miydim, Barlas'ın teklifi konusunda ne yapacaktım?
Bilmiyordum. Tamamen bir bilinmezliğin içindeydim ve sanki kurtuluşum yoktu bu bilinmezlikten. Yok gibiydi ama bu bilinmezlikten kurtulmam gerekiyordu. Kurtulmak zorundaydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAUDADE
ActionNefes almak zor. Bir 23 Aralık gecesi, hava yağmurlu. Senin için akan gözyaşlarım bulutlara yüklenmiş sanki. Senin temiz ruhun ise yuva olmuş acılara bunca zaman, bilememişim. Aslında seni benden alan bir kurşun değilmiş. Sen benden çoktan gitmişsin...