Barlas'ın ağzından...
Kayra'nın bulduğu konum şehrin dışında, dağa yakın bir yeri gösteriyordu. Tenha bir yerdi. Bunu bilmek için görmeye gerek yoktu.
Arabayla sağ döndüğümde dikiz aynasından arkayı kontrol ettim. Aradığım adamlar da arkadan beni takip ediyordu. Ve hayır, onlar Alparslan'ın adamları değildi.
Yaklaşık 20 dakikalık bir sürüşün sonunda arabayı ağaçlık kesimin fazla olduğu bir yere park ettim, ileride kulübeye benzeyen bir yapı görünüyordu.
Arabadan inmeden önce silahın şarjörünü son kez kontrol ettim, içi tamamen doluydu. Kemerime sıkıştırdığımda arabadan indim. Benimle eş zamanlı olarak diğer arabadakiler de inmişti.
Bulunduğumuz bölgeden kulübeye benzeyen yapı görünüyordu, kulübelerle arasındaki tek fark biraz daha büyük oluşuydu. Kapısında siyahlar içinde iki adam bekliyordu.
Tahmin ettiğim kişi olma ihtimalini de göz önünde bulundurarak diğer arabanın önünde beni bekleyen adamlara ilerledim.
"Önce kapıdaki adamları halledeceğiz, zor olmayacaktır bunu biliyorsunuz. Ardından aranızdan iki kişi çevreyi kolaçan edecek, diğer iki kişi kapıda bekleyecek ve Mustafa'yla Serhat benimle beraber içeri girecek."
Söylediklerimi pür dikkat dinlemişlerdi. Sözümü bitirmemle beraber kafalarını sallayıp dediğim şekilde ayrıldılar.
Çevredeki adamları indirmek zor bir iş değildi. Bu yüzden 5 dakika içinde Mustafa ve Serhat'la beraber içeri girebilmiştik.
İçerisi terk edilmiş gibiydi; karanlık, soğuk ve rutubetli bir yerdi. Hoş, Cihat böyle şeylere bayılırdı zaten.
İçerisi karanlıktı ama ilerideki yerlerin birinde bir ışık yanıyordu, yansımadan anlaşılabilen bir şeydi bu. Silahımın emniyetini kapattığımda parmağım da tetikteydi. Elimle Serhat ve Mustafa'ya işaret ettiğimde kafalarını salladılar ve hızlı ama sessiz adımlarla ışığın kaynağına doğru ilerledik.
Kulübenin odalarının birinin önündeydik. Kapı hafif aralıktı, biz ise kenardaki duvarlara gizlenmiştik. İçeriden kısık sesle de olsa konuşmalar duyuluyordu boğuk bir şekilde. Ortamdan emin olmak için başımı hafifçe çıkarıp delikten baktığımda içerideki gerçekten Cihat'tı.
Yeniden bakışlarımı Serhat'a çevirdiğimde kafamı salladım ve beklemeden kapıyı hızla itip içeri daldım. Cihat bunu beklemiyor olacak ki tetikte bir biçimde aniden silahını kapıya yöneltti fakat ateş etmedi.
Beni gördüğü an yüzünde beliren şaşkınlık olayları anlayamadığını çok net belli ediyordu.
"Senin ne işin var burada?" diye mırıldandığında alayla güldüm ve "Ne oldu, bu sefer de bu kadını mı kendine hedef olarak belirledin?" dedim.
Cümlem sinirlerine dokunmuş olacak ki kaşlarını çatarak "Seni ilgilendirmez bu." dedi. Bir yandan da kontrollü bir şekilde çevresine bakıyordu, yanımdaki Serhat ve Mustafa'da gözlerini gezdirdikten sonra yeninden bana dönüp "Belanı mı arıyorsun yine Barlas? İşine bak." dedi. Elindeki silahı sımsıkı tutuyordu, eklem yerleri beyazlaşmıştı. Yıllardır bu işin içindeydi, böyle silah tutmanın kendisi için dezavantaj olduğunu biliyordu.
Ben ona cevap vermediğimde diğer eliyle alnındaki teri sildi, kafası yerinde değildi. Bu her halinden anlaşılıyordu. Kontrolü kaybetmesi an meselesiydi, hem de biz hiç çaba göstermeden. Tek yapmamız gereken dikkatini dağıtmaktı, Cihat zorlu bir hedef değildi.
Yanımda duran Mustafa'ya belli belirsiz bir hareket yaptığımda ne demek istediğimi anladı ve silahını düşürdü bir anda. Çıkan sesle beraber Cihat silahını da gözlerini de Mustafa'ya çevirmişti, işte buydu. Mustafa Cihat'a doğru bir adım attığında Cihat iyice gerildi ve "Dur durduğun yerde. Canına susama bu yaşta, genç." dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAUDADE
ActionNefes almak zor. Bir 23 Aralık gecesi, hava yağmurlu. Senin için akan gözyaşlarım bulutlara yüklenmiş sanki. Senin temiz ruhun ise yuva olmuş acılara bunca zaman, bilememişim. Aslında seni benden alan bir kurşun değilmiş. Sen benden çoktan gitmişsin...