Barlas'la olan telefon konuşmasını kapattıktan sonra bulduğum bir banka oturdum. Başım ağrıyordu, geçecek gibi değildi. Babamla konuştuklarımız zihnimi fethetmişti. Cevapları sadece annemden alabilirdim.
Derin nefesleri içime çekerken ne kadar düşünmemeye çalışsam da bu pek mümkün değildi. Her şey karışmıştı. Babam nereden çıkmıştı? Barlas'la yaptığım işbirliği mantıklı mıydı? Kardeşimin katilini nasıl bulacaktım? Hiçbirinin cevabına sahip değildim.
En sonunda başımın ağrısına dayanamadım ve kenardaki büfeden bir şişe su alıp ağzıma bir hap attım. Hapı içtikten sonra yeniden banka oturdum ve ne yapmam gerektiğini düşünmeye başladım. Barlas'a da sormak istediğim sorular vardı, anneme de, babama da. İlk önce hangisinden başlamam gerektiği ise muammaydı.
Ne kadar düşünürsem düşüneyim anlamıyordum. Neden annem babamın öldüğünü söylemişti? Nedeninin bilmediğim bir sebepten dolayı belki de bizi korumak istiyordu ama öldüğünü söylemesi hayatımızı daha da kolaylaştırmamıştı. Sadece dışarı çıktığımızda bile babasıyla parkta oynayan çocukları, babalarının elinden tutup dondurma yiyen çocukları görmek yetiyordu. Hayır... Bu kıskançlık değildi. Bu gıpta etmekti. Onlar gibi babamla zaman geçirmek istiyordum. Küçük bir kız olarak tek istediğim buydu.
Büyüyünce işler daha da zorlaşmıştı. Okulda söylenenler, babamın öldüğünü yüzüme daha çok vuruyordu. Bu gerçeği bana daha çok itiyordu. Ne kadar çabalarsam çabalayayım kaçamayacağım bir virüs gibiydi.
Derin bir nefes aldığımda ayağa kalktım ve yürümeye başladım. Eve gitmek daha iyi olacaktı. Bunu yapmam ne kadar doğruydu bilmiyordum ama aklımdaki sorular artık can sıkıcı olmaya başlamıştı. Anneme sormalıydım, cevap alamayacak olsam bile içimdeki ateşi söndürmeliydim. Ne kadar mantıksız olursa olsun bunu yapmalıydım.
Büroya geri döndüğümde önce yukarı çıktım ve danışma masasına yürüdüm.
"Merhaba Hera Hanım."
Sena'ya doğru hafifçe gülümsedim ve "Bugün kendimi pek iyi hissetmiyorum, bu yüzden biraz erken çıkacağım." dedim.
Çok fazla izin almadığım için sorun olacağını düşünmüyordum.
Sena gözlerini büyüterek "Geçmiş olsun Hera Hanım. Çıkabilirsiniz tabii ki, ben müdür beye söylerim." dedi.
Ona minnetle bakarak teşekkür ettim ve otoparka indim.
Arabaya biner binmez çalıştırdım ve eve doğru sürmeye başladım.
Yaklaşık 20 dakika sonra evin kapısına gelmiştim. Birkaç saniye gözlerimi kapıda gezdirdim, kendime sakin olmam gerektiğini söyledim. Annemi kırmak istemiyordum ama cevaplara ihtiyacım vardı.
En sonunda eve girdim ve salona doğru ilerledim. Muhtemelen annem salondaydı. Ya televizyon izliyordu ya da kitap okuyordu.
Tahminlerimde yanılmadığımı televizyon sesini duyunca anladım. Annem bir film açmış, onu izliyordu. Benim geldiğimi fark ettiğinde şaşkınca bana baktı ve "Neden erken geldin kızım?" dedi.
"Biraz başım ağrıyor ama sorun değil. Konuşabilir miyiz?"
Bir sorun olduğunu anlamış gibi kaşlarını çattı. "Sorun ne?" diye mırıldandığında alacağı cevaptan korkuyor gibiydi.
Ben bir cevap vermeyince televizyonu kapattı ve oturmam için eliyle karşısındaki koltuğu işaret etti. Beklemeden oturdum ve yeniden derin bir nefes aldım, annemin meraklı gözleri yüzümdeydi.
"Neden bana yalan söyledin?" dedim.
Anlamamış bir şekilde "Ne?" dedi.
"Neden bana yalan söyledin?" diyerek cümlemi tekrar ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAUDADE
ActionNefes almak zor. Bir 23 Aralık gecesi, hava yağmurlu. Senin için akan gözyaşlarım bulutlara yüklenmiş sanki. Senin temiz ruhun ise yuva olmuş acılara bunca zaman, bilememişim. Aslında seni benden alan bir kurşun değilmiş. Sen benden çoktan gitmişsin...