Gördüğüm kabusun etkisiyle kan ter içinde uyandığımda derin nefesler alıyordum, kalbim olması gerekenden çok daha hızlı atıyordu. Ne gördüğümü hatırlamıyordum, sadece yanlış bir şeydi, zehirli bir şeydi.
Birkaç dakika sakinleşmek için kendime zaman tanıdım. Koltukta uyuyakalmıştım, Barlas'ın evindeydim ve camdan gördüğüm kadarıyla hava yeni yeni aydınlanıyordu.
Mutfağa doğru ilerleyip kendime bir bardak su doldurduğumda az öncekinden daha iyi bir haldeydim. Gördüğüm kabus etkisini büyük oranda kaybetmişti. Gözlerim saate çevrildiğinde saatin 07.13 olduğunu fark ettim. Ne kadar zamandır uyuduğumdan emin olmasam da uzunca bir süre uyuduğum kesindi.
Evin içinde minik bir tur attığımda Barlas'ın gece gelmediğini fark ettim. Nerede olduğunu merak etsem de bir şey yapmadım. Evin içinde turlamayı bırakarak koltuklardan birine oturdum yeniden ve telefonumu elime aldım.
Yaklaşık 15 dakikanın sonunda kapının anahtarla açılma sesini duydum ve başımı o tarafa çevirdim. Barlas gelmişti. Kapıyı kapattığında buraya doğru döndü ve göz göze geldik. "Selam." diye mırıldandım.
Cevap olarak kafasını salladığında kıyafetlerinin belli kısımlarındaki ve yüzünün bazı yerlerindeki kurumuş kan lekelerini fark ettim. Refleks olarak ayağa kalktığımda "Ne oldu?" diye sordum.
Birkaç saniye boyunca kendi üstüne baktı ve ardından "Bir şey olmadı, ben duşa giriyorum." diyerek koridorun sonundaki diğer odaya ilerledi.
Merakım iyice artsa da bir şey demedim ve arkasından bakakaldım. Ne olmuştu, ne yapmıştı da üstü kan lekeleriyle kaplanmıştı?
Fazla düşünmemem gerekiyordu, muhtemelen Alparslan'la alakalı bir şeylerdi. Yine de içimde büyüyen meraka engel olmak bir hayli zordu.
Yeniden koltuğa oturmak yerine Barlas'ın bana verdiği odaya ilerledim ve yatağa sırtüstü yatarak kollarımı iki yana açtım. Düşünmem gereken gerçekten çok fazla şey vardı, ek olarak bugün işe de gitmem gerekiyordu ama hiçbir şey yapmak istemiyordum doğrusu.
Dakikalarca boş boş tavanı izledim. Ben izlemeye devam ederken telefonumdan gelen bildirim sesiyle telefonumu elime aldım ama hala uzanıyordum. Ekranı açtığımda gördüğüm bildirimle bir anda doğruldum. Annem mesaj atmıştı. Haftalardır ne mesaj atıyordu, ne aramalarımı cevaplıyordu ne de eve geliyordu.
Hızlıca mesaja tıkladığımda tek bir kelime vardı sadece. Kızım...
Kızım... yazıp bırakmıştı. Kaşlarım çatılırken mesaja bir cevap vermek yerine doğrudan annemi aradım. Telefon birkaç çalışın ardından açıldığında otomatiğe bağlamış gibi "Neredesin sen!" diye bağırdım. Sesimin tonu biraz fazla yüksek çıkmıştı ama bunun bir önemi yoktu. Önemli olan annemin bunca zamandır ne halt yediğiydi.
Birkaç saniye sonra cevap geldi. "K-kızım..." Annemin sesi kilometrelerce koşmuş gibi geliyordu, konuşurken kekelemişti ve derin nefesler alıyordu.
Kaşlarım daha fazla çatılırken "Hangi cehennemdesin sen? Ne oldu?" dedim. Sesimde endişe kırıntıları vardı.
Annem sorularıma cevap vermek yerine "Ben bir süre daha gelmeyeceğim eve, Hera." dedi. Kelimeleri söylerken hala derin nefesler alıp duraksayarak konuşuyordu.
Anneme bir şey olacak düşüncesi tüm bedenimi ele geçirirken ellerim titremeye başladı. Tam bir şey söyleyeceğim sırada annem konuşmasına devam etti. "Selin Ablanlarla bir dağ evi tuttuk, bir süre daha orada kalacağız. Kendimi toparlamam lazım Hera."
"Ne saçmalıyorsun sen!?" dediğimde ellerimin titremesi artmıştı. Fakat annem sorumu yeniden görmezden geldi ve "Seni seviyorum kızım." diyerek telefonu kapattı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAUDADE
ActionNefes almak zor. Bir 23 Aralık gecesi, hava yağmurlu. Senin için akan gözyaşlarım bulutlara yüklenmiş sanki. Senin temiz ruhun ise yuva olmuş acılara bunca zaman, bilememişim. Aslında seni benden alan bir kurşun değilmiş. Sen benden çoktan gitmişsin...