Evet, vurdum.
Evet, kırdım kalbini.
Evet, onu fazlasıyla üzdüm.
Ama abimin üstüne yemin ederim ki onu çok sevdim. Ona çok bağlandım. Buna aşk deniyorsa, evet aşık oldum. Ama ondan; onun için uzak kaldım. Onun için kendimi geri çektim. Sineye çektim tüm duygularımı. Hak etmediği bir hayatı yaşarken, daha ne kadar üzebilirdim onu? Her an ona bir şey yapma korkusuyla yaşarken, nasıl ona olan sevgimden şüphe edebilirdi ki? Her zaman sevgimi dile getirmemem bu kadar sorun muydu cidden? Ben aşkın 'seni seviyorum'dan ibaret olduğuna katiyen inanmıyordum. Aşk denilen şey çok farklıydı.
Onun yüzündeki tek tebessüm, senin gülümsemene neden olurdu. Onun için, iyi olması için gerekirse ondan uzak durmak zorundaydın. Onun için ondan vazgeçmeyi göze almalıydın. Aşk temas değildi ya da kıskançlık. Kıskanırdın. Ama bu aşkı temsil etmezdi. Sarılır, öperdin. Ama bu da aşkı temsil etmezdi. Bunları kardeşinede yapabilirdin. Ama aşk daha farklıydı...
Heyecanın, doğum günü kutlanan minik bir çocuğu andırırdı; hediyesini verdiğin anı anımsatırdı. Onun yokluğu sonbaharı hatırlatırdı; ağacı terk edip, dalından düşen yaprakları anımsatırdı. Gülüşü; ılık esen ve yüzünü okşayan rüzgarı anımsatırdı. Daha fazlası olsun isterdin. Gözleri gözlerine değdiği an; cenneti yaşamış kadar olurdun. Sesini duyduğunda; sana dünyadaki tüm güzel sesleri unuttururdu. Belkide bir çok kişinin sevmeyeceği o kişi; senin kalbinin sahibi olurdu...
Aşkı tanımlayacak kavram 'seni seviyorum' değildi. Bunu etrafımızda sevdiğimiz herkese diyorduk sonuçta. 'Seni seviyorum. Seni seviyorum...' Aynı cümleyi birçok kişiye kuruyorduk. Aynı kelimeyi birçok kişiye karşı söylüyorduk. O zaman neydi bunun özelliği? Sevgi dille olmazdı. Onu hissettirecektin. Ve ben kendimi ondan uzaklaştırmış, iyiliği için elimden geleni yapmıştım.
Ama o bunu anlamayacak kadar aptaldı...
~~~
Kapı yavaşça açıldığında uğraştığım tuvale odaklanmış bir şekilde işime devam etmiştim. Güzel oluyordu ama bir şeyler eksik gibiydi. Duran müziğin tekrar başlamasıyla gördüğüm eksikleri özenle kapatıyordum.
- Jungkook?
Aria'nın sesiyle duraksamış, ona bakmamak için derin bir nefes çekmiştim içime. Ardından oma dönmeden fırçayı daha sıkı kavrayarak işime devam etmiştim. Böylesi daha iyiydi...
- Yemek bıraktım. Yemek istersen diye. İlaçlarında burada.
Tepkisizce durup, ona dönük olan sırtımı dikleştirip, palete biten boyadan biraz daha sıkmıştım. Yemek iyi gelebilirdi. Ama bunu onun bilmesine gerek yoktu.
- Bırak ve çık.
Boyayı kapatıp, kenara bıraktığımda tepsiyi duvara monteli masanın üzerine bırakmıştı. Evet. Sırf vurup kırmayayım diye montelemişlerdi. Umurumda olduğunu söyleyemezdim...
- Jungkook, ben öz...
Özür dilemek.
Bana göre dünyada duyduğum en saçma şeydi bu. 'Özür dilerim'. Ama o bir şeyleri düzeltmiyordu. Bazı şeyleri geri getirmiyordu. Madem bir şeyleri geri getirecek, madem bir şeyleri düzeltecek olan şeydi özür dilemek...
Özür dilerim abi. Beni korumak zorunda kalıp, can verdiğin için...
- Çıkman için kolundan tutup, atmam mı gerekiyor?
Gelen ani sinirle sözünü kestiğimde yanıma gelmek için bir adım atmıştı. Ardından elimi fark etmesiyle korku içinde yanıma çömelmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bipolar | JJK
FanfictionBen ondan, o benden kurtulmaya çalışıyordu. Ondan kurtulmak zordu. O kadar zordu ki. Çevrendeki kimseyi gözün görmüyordu. Kendine geldiğindeyse, asla hissetmediğin o lanet pişmanlıkla ölmek istiyordun...