Zamanında olan hataların verdiği acı, yaşanmışlıkların üzerine bıraktığı yorgunluk ve yük, bir insanın yüreğine yediği o hançerin açtığı yaranın sızısı...
Hayatın zorlukları her defasında karşımıza çıkıyordu. Kaçışımız ancak bir yere kadardı. Belki bir ilçe ve il arasındaki mesafe kadardı kaçışımız belki de daha kısa. Kaçan kovalanır sözünü aşk anlamında asla düşünmemiştim. Hep zorluklardan kaçarken onların bizi kovalayışı olarak düşünmüştüm. Belki de ben çok takmışımdır. Bilemiyorum...
- Kafayı yiyeceğim! Bu ne?!
Tuvalimdeki kahve lekesine karşı son derece sinirlenmiştim. Sadece bir gün geçmişti. BİR GÜN! Sinirleneceğimi biliyorlardı, nasıl bu kadar sorumsuz olabilirlerdi?! Cidden sinirlerimi bozmuşlardı!
Kapıdan gelen bebek sesine karşı bakışlarımı o tarafa çevirmiştim. Aria'nın kucağında duran minik bebek tüm sinirimi alıp gitmişti. Gülerek bana bakıp, kollarını uzattığında tuvali tekrar duvara yaslı bırakıp, ayağı kalktım. Aria hangi ruh halinde olduğumu bilmediği için nana tereddütle bakarken, kollarını bana gelmek için uzatan minik bebeği koltuk altlarından tutarak kucağıma almıştım. Anında bana sarılan koalayı yeni hatırlamıştım. Namjoon hyungun minik kızı...
- Şey. B..ben peşindeydim ama. Bardağında k..kahve kalmıştı. Yanlışlıkla döküldü.
Aria'nın korkarak yaptığı açıklamaya karşı göz ucuyla ona bakmıştım. Bir bana bir bebeğe bakan parlak gözlerini gördüğümde içten içe gülümsemiştim. Bakışlarımı tekrar minik koalaya çevirdim.
- Sorun değil.
Kaşlarını kaldırıp bana bakarken bıkkın bir nefes verdim. Utanmıştım bu kadar dikkatli bakmasından dolayı. Ama bunu bilmesine gerek yoktu.
- Ne var Aria? Ne bakıyorsun?
Başını 'bir şey yok' der gibi iki yana salladığında göz devirdim. Utancımı gizleme yöntemiydi sanırım bu. Bilmiyorum. Genellikle kendi içimde yaşadığım için her şeyi bunun nasıl bir duygu olduğu hakkında aşırı bir bilgim yoktu.
- Ş..şey. Mila'yı yedirmem gerek.
Bakışlarımı bana gülümseyen prensesten çekip, Aria'ya çevirdiğimde yüzünde ufak bir tebessüm oluşmuştu. Gülünecek ne vardı?
- Ben hallederim. Hazır mı yemeği?
Şaşkın bakışlarıyla başını olumlu şekilde salladığında geçmek için geri çekilmesini bekledim. Ama o hala aynı şekilde bana bakıyordu. Peki, şaşırması normaldi. İlk defa beni böyle görüyordu...
- Aria, çekilirsen? Çocuğu yedireceğim ya hani?
Hızla geri çekildiğinde odadan çıkıp, aşağı inmeye başladım. Minik koala ise saçlarımla oynuyordu. Uzun saçlarıma karşı dudakları 'o' şeklini almış, gözlerini belertmişti. Koala derken ciddiydim...
- Jungkook?
Amber'ın şaşkın sesiyle tekrar göz devirdim. Ne var, Tanrı aşkına?! Çocuk sevmenin neresinde şaşırılacak bir şey vardı?! Minik bir bebeğe karşı zebani olmamı beklemiyorlardı herhalde!
Kanka, çocuk sevmek şaşırılacak bir şey değil. Senin sevmen şaşırılacak bir şey.
Gebertirim seni, gerzek!
- Ne?
Amber büyülttüğü gözleriyle Yoongi hyunga döndüğünde, Yoongi hyung büyük bir ilgiyle basket maçını izlemeye devam ediyordu. Onları takmadan kucağımdaki yavru koalayla mutfağa girdim. Sandalyeye oturup, onuda dizime oturttum. Tabaktaki püreyi bebek kaşığıyla ağzına götürdüğümde dilini çıkartıp, yüzünü buruşturmuştu. Kaşlarım kalkarken Aria kaşığı elimden alıp, uzatmıştı. Anında ağzını açıp, püreyi yediğinde kaşlarımı çatmıştım yalandan.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bipolar | JJK
Fiksi PenggemarBen ondan, o benden kurtulmaya çalışıyordu. Ondan kurtulmak zordu. O kadar zordu ki. Çevrendeki kimseyi gözün görmüyordu. Kendine geldiğindeyse, asla hissetmediğin o lanet pişmanlıkla ölmek istiyordun...