{12} Vedaya gelmedi.

3.7K 249 22
                                    

Dikenli, çakıllı, taşlı topraklı yolları aşıp da yorgun argın vardım obalarına. Kapıdan girmeden evvel gördükleri bu yabancı sima ile nöbet tutan Alpler yanıma yaklaştılar.

"Kimsin hatun kişi?"

Yüzümü peçemin kumaşı kapandığından sebep sesim boğuk ulaştı onlara. "Alatunç beyin," demeden alp atımın yularını tuttu.

"Buyursanız yenge hatun. Tanıyamadık kusura kalmayasın."

Temkinlice attan indim. Atımı alıp ahıra götürdü biri. Diğeri ise eliyle birine gel işareti yaptı. Küçük bir oğlan çocuğu yanımıza yaklaştı. Alp vazife verdi çocuğa: "Yenge hatuna Alatunç beyimin çadırını gösteresin Osman."

"Emredersin ağabey."

Gitmeden evvel Alpe onun burada olup olmadığını sorunca uzunca süre sustu. Yineledim. Cevaplamak zorunda kaldı sonunda.

"Beyim üç gün evvelinde acil bir vazifeye gitmiştir. Hâlâ gelmemiştir."

Nitekim böyle bir şeyle karşılaşacağımı az çok tahmin ederdim. Yüreğimdeki büyük sıkıntının sebebinin ise başının belada olmasına yormaya kalktım, öyle sıçradım ki zahiren yerimde, alp endişeyle baktı.

Sopsoğuk olmuştu elim ayağım. Korkunç bir tepkisizlikle çocuğu takip ettim. Üşüyordum. Hem çok fazla. Çok fazla. Nedendir bu kadar fazla?

Bir çadırın önünde durduk. Geçen sefer geldiğimiz ve oturduğumuz o çadır değildi burası. Yer değiştirmişlerdi demek. Daha geniş bir çadırdı bu sefer ki. Alp bu yüzen bu çocuğu vermişti önüme.

Hâlâ üşüyorum.

"Burasıdır Alatunç beyin çadırı."

"Sağ olasın."

Başıyla büyük erler gibi selam verip toz oldu. Seslendim içeriye doğru: "Ana hatun." Hasta gibiydi sesim. Hâlâ çok üşüyordum.

"Zühre!"

Böyle dendi ve birkaç saniye sonra ana hatun dışarı çıktı. Peçemi açtım ve o an titremeye başladım birden. "İyi misin kızım, senin ne işin var burada?"

"Ben merak ettim ana, Alatunç beyi merak edip de geldim."

Ellerime dokundu ama aniden ürperdi! "Donmuşsun sen. Geç içeri. Geç içeri ısın."

Çadırın ortasındaki oyukta yanan ateşin yanına diz çöküp etrafa bakındım. Geniş, sade döşenmiş bu çadır çok ferahtı. Üstelik içerisi soğuk kalmıyordu, sıcacıktı. Çadır kumaşı sapsağlam, kalıncanaydı. Soğuk az alıyordu içeri. Yerlere döşenmiş tahtalar da topraktan gelen soğuğu kırıyordu. Böylece sıcacık bir yuva oluyordu.

Olmuştu.

Isınmaya devam ederken: "Alatunç bey vazifeye gitmiş?" dedim titreyen bir sesle.

"Evet kızım."

"Lakin niçin vedaya gelmedi?"

"Gece yarısı aniden gitmek zorunda kaldı. Bize de bir şey demedi."

Diyebilirdi. Zühreye haber gönderin beni beklemeye durmuştur imdi, merak eder, diyebilirdi.

Gözlerim sulandı.

Onca yaşadıklarıma rağmen oldukça seyrek ağlayan ben, gayrı Alatunç beyle ilgili olan her kırıcı hadisede üzülmek bir yana, hep ağlıyordum. Hep ağlıyordum. Neden böyle çocuk olmuştum, anlamlandıramıyordum da.

Boynumu büktüm. Ellerimi ateşe tutmaya devam ettim. Ben ısınmaya çalıştıkça içim üşüyordu. Zahirden ellerim sıcaktı da yüreğim hâlâ ısınık değildi. Ne fayda edecekti şimdi bu hal?

"Şerbet ister misin kızım?"

"Olur bir tas," dedim. Ekledim: "İzin verin ben koyayım."

Beni derhal durdurdu: "hayır kızım, zen otur ben yaparım."

"Estağfurullah ama ana size zahmet oluyor."

"Ne zahmeti."

Onca ısrarına karşın gitti kendi koydu getirdi. Ağır ağır yapmıyordu işini anam gibi, cevval kadındı ana hatun. Atılgandı.

Şerbeti önüme bıraktı. Ben de kalktım artık soba başından. Köşedeki döşeklerden birine oturduk karşılıklı. "Çıkarsana kızım üzerindekini."

Yavaşça pelerinimin başlığını çıkardım. Peçemin kumaşını arkadan çözüp katladım yanıma bıraktım. Dahasına ellemedim. Çok kalmayıp gidecektim zaten.

"Alatunç bey bugün döner mi?"

"Bilemem kızım. Nereye gittiğini biliyor değilim."

Değnekle kalbimi canını çıkarana kadar dövüyorlardı sanki.

"Sen buraya nasıl geldin? Amcanlar nasıl izin verdiler?"

Hiç gocunmadan söyledim: "Gizlice geldim."

"Neden yaptın bunu kızım. Alatunç anlattı biraz, amcan sert biriymiş. Başına iş almayasın."

"Öyledir ama merak ettim ana. İçimde çok kötü his vardı. Duramadım gayrı, çıkıp gelmesem nefes alamazdım. Ne yapayım?" Sessizce fısıldadım: "Ne yapayım?"

Şerbetime kaydırdı bakışlarını. Bittiğini görünce "koyayım mı?" diye sordu. İstemedim bu kez. Şükrettim. Teşekkür ettim.

Ellerinden tutum: "izin verir misiniz ana hatun. Bir saat kadar Alatunç beyi bekleyeyim de şayet o gelemez ise gideyim. Bir saat evvelinde yollama beni."

Sıkıca örttü diğer eliyle elimin üzerini. Şefkat, merhamet, yoğun yoğun bir sevgiyle baktı yüzüme: "Ben seni yollar mıyım heç. Başımın tacı olacaksın gayrı, ben öyle yapar mayım heç?"

"Yapmazsın değil mi?"

"Yapmam. İstediğin vakitçe bekle. Burası senin de obandır. Senin de yuvandır. Ama senin için endişelenirim. Amcanlar bilirlerse kızarlar." Hiç konuşmama fırsat bırakmadan gülümseyerek heyecanlıca ekledi: "Hem ister misin; sana çadırınızı göstereyim mi?"

Hızlıca başımı iki yana salladım: "Hayır ana, istemem. Alatunç bey de görmemi istemediğini söylemişti zaten."

"Nedendir o?"

"Bilmem. Hem ben de istemem. İlk ayağımı onunla basayım isterim yuvama. İlk adım beraber olsun isterim. Bu çok anlamlıdır ana."

"Çok anlamlıdır." diye tekrar etti.

Bir saat beklerim dedim lakin iki saat geçmişti aradan. Oturduğum yerden halıların parçalarıyla oynarken bekliyordum öylece. Sayıyordum içimden. 'Selis, erba', hamse, sitte, seb'a, semaniy | üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz.'

Olmuyordu. Öyle faydasızdı ki.

Susmaktan vazgeçmedim.

Ellerim halıdan ayrıldı, kalbimde kaldı.

"Elem neşrah leke sadrek. Ve vada'nâ anke vizrek. Ellezi enkada zahrek. Ve refa'nâ leke zikrek. Feinne me'al'usri yusrâ. İnne me'al'usri yusrâ. Feizâ ferağte fensab. Ve ila Rabbike ferğab. |

(Ey Muhammed!) Senin göğsünü açıp genişletmedik mi? Üzerinden kaldırmadık mı? Belini büken yükünü. Senin şânını yükseltmedik mi? Şüphesiz her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul. Ancak Rabbine yönel ve yalvar." (İnşirah suresi)

Olmadı yine. Olsun, diye yapmamıştım bunu ama yine de umut etmiştim. Kalktım sonunda. "Gidiyorum artık ana, ben. Alatunç bey gelirse zahmet eyleyip haber gönderirse mesrur olacağım." Sarıldım ona. Vedalaşıp çıktım çadırdan ve o an önümde bir gölge belirdi!

Öylesine çırptı ki kalbim, uçan karanlık kanatlı kuşları tutamadım kaçıp gittiler. Tutmak arzusunda da olmadım zaten. Ve beyaz güvercinler usulca süzüldüler göğsümün içine.

"Beyim!"

ZühreHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin