{10} Hafız bülbül.

4.3K 291 28
                                    

Alatunç ertesi gün ikindiye doğru gelmişti. Onun geldiğini bana arkadaşlarım haber verdi. Ona hayli alışmıştım ben. Çok hemde. Hiç de sağlıklı düşünemeden derhal çıkıp yanına gittim. Çevresi alplerle doluydu. Sonra insanlar dağıldı. Onunla görüşme fırsatı yakaladım. Lakin bana: "Önce amcanla görüşeyim." deyip ortada öylece bıraktı. Çok garip oldum.

Niye böyle hevesli davrandığıma kızdım.

Bir daha akşama kadar nerededir, ne yapmıştır, hiç sormadım. Ondan bir adım bekledim. Nihayetinde akşam ezanı okunmaya durduğunda haber geldi.

Alatunç bey önce amcamla görüşmüş. Sonra ise alplere talim yaptırmış ovada uzunca. Amcamın korkusunu kazandığı gibi hayranlığını ve takdirini de kazanmış.

Başka bir adam olsaydı tüm yaptıklarından ötürü amcama karşı sert, kaba davranırdı. Ama o bunu yapmıyordu. Sakince üzerine düşen damatlık vazifelerini hakkıyla yerine getiriyordu. Bu bana itici gelmiyordu. Aksine onun gün görmüş bir insan olduğunu gösteriyordu.

Lakin bunca bildiklerinden sonra hâlâ amcama karşı son derece saygılı oluşu beni bir miktar darıltmaktaydı. Bana karşı yaptıklarını bildiği halde sıcak davranması bence biraz aşırıydı.

Bunun üzerinde çok durmadım.

Talimden sonra mescid çadırında hep birlikte namaz kılmış alplerle. Oysa amcam onu kendi büyük çadırında namaz kılmaya davet etmiş. O bunu reddetmiş. Diğerleriyle iç içe olup kaynaşmayı istemiş.

Sonra ise Şifa dedenin yanına varmış. Şimdi benimle orada görüşmek istediği haberini almıştım.

Çıkıp gittim derhal. Müsaade istedim çadır ardından. Bana bu kez perdeyi şifa dede araladı. "Gelesin kızım."

İçeri girdiğimde bir de baktım ki küçük bir oğlan ve kız çocuğu rahle başına oturmuş Kur'an okuyorlar. Alatunç da hemen çaprazlarında onları hayranlıkla izliyor, dinliyor.

"Kur'an öğrenmeye geliyorlar." diye fısıldadı Şifa dede. Kuran okuyan çocukların sesini kendi sesi hapsine almaktan imtina ediyordu.

Şifa dedenin talimi oldukça iyiydi. Fakat tedavi işlerinden meşguliyeti çok yoğun olduğu için ilgilenemezdi pek. Çok da üzüldüğü oluyordu bu yüzden. Ama bitki konusunda da ondan başka obada işinde ehil kimse yoktu. Şimdi demek ki birkaç çocuk kabul edecek fırsatı olmuştu.

Alatunç bey geldiğimi gördüğü halde dönüp de hiç bakmadı. Bakmadan, sessiz bir ses tonuyla: "selamün aleyküm, hoş gelmişsin. Halin nicedir?" diye sordu..

"Şükür beyim," dedim. "Ahvalim eyidir. Sizlerin hali nasıldır?"

"Hamdolsun, bizler de eyiyiz."

"Allah iyilikler versin."

"Amin, herkese, inşallah."

Çocuklar fısıltılarımızın arasında hâlâ Kuran okuyorlardı incecik sesleriyle. Ben de Alatunç bey gibi onların diğer çaprazlarına oturdum diz üstü.

Şifa dede hocaları da tam karşılarında duran postunda yerini aldı.

Onlar okudular. Biz dinledik. Ben ve Şifa dede dinledi sadece. Alatunç bey bizim aksimize arada gözleri kapalı halde okuduklarını tekrarlıyordu, dudakları kıpırdıyordu.

Çocuklar bitirdiler.

Derin bir çekip kapamış olduğu gözlerini açtı Altunç. Elini yamacındaki erkek çocuğunun başına götürdü şefkatle: "Aferim." dedi. Gülümsedi. Ve gözleri bana kaydı o sırada. Utandım önüme eğdim.

"Alatunç bey hafız imiş."

Şifa dedenin dediğiyle şaşkınlıkla gözlerimi irileştirip ona baktım: "öyle mi Alatunç bey?"

Konuşmadan tasdikledi.

"Bana neden söylemediniz."

"Duydun işte,"

"Fakat siz söylemediniz."

Kırıldığımı hissettim. Önemsiz bir şey miydi ki bu, benden saklamıştı. Susunca sustum. Daha da bir şey demedim. Madem böyle davranacaktı ne için gelmişti o halde bu obaya?

Ne tuhaf bir adamdı hakikaten.

"Ben kalkayım." dedim. Ayağa kalktım. Üzerimi çırptım. Başını bana doğru kaldırdım:

"Neden gidersin?"

Neden gider miyim?

Cevap verecek bir şey bulamadım tabii, sustum o yüzden. Şifa dede konuştu o esnada: "E hayde oturasın Zühre. Bize Alatunç bey Kur'an okusun. Ondan bir Kur'an dinlemeden mi gideceksin?"

Ne bir itiraz, ne bir duraklama... okuyacağı hususuna başıyla kabullendi. Oturdum geri. Ellerimi dizlerime bıraktım aynı şekil. Başımı önüme eğdim amma gözümün ucuylada onu takip etmekten geri durmuyordum elbette.

Oturuşu düzgün olduğu halde önce oturuşunu daha da bir düzeltti. Sonra börkünü sakinde çıkarıp yanına bıraktı. Koynundan ak gibi beyaz el işi takkesini çıkardı. Düzgünce başına taktı. Gözlerim doldu. Neden ağlayacak gibi oldum bilemedim, içime öylesine şiddetli bir duygu aktı ki. Esiri oldum.

Hafifçe öksürdü. Euzu besmele çekti yavaş, uzun, makamlı.. ve okudu. O okudu, ben duygulandım.

"Görmedin mi, Allah, yerdekileri ve denizde O'nun emriyle akıp giden gemileri, sizin yararınıza verdi. Ve izni olmadıkça, göğü yerin üstüne düşmekten alıkoyar. Şüphesiz Allah, insanlara karşı şefkatlidir, çok merhametlidir." (Hacc sûresi:65

Bitti. Gözlerimde yaşlar hakimdi. Niye bu sıralar bu kadar duygusal olmuştum ve her seferinde onun yanında tıpkı bir çocuk gibi gözlerim doluyordu, bilmiyorum.

Alatunç bey o halimi görünce hiç kelam etmeden her zaman olduğu gibi gayet sakin ve tepkisizce koynundan bir bez çıkardı gene. Tey önceki gün olduğu gibi. O koynunda daha neler vardı bilemedim. Mendilden gayrıları mesel? Şefkat, merhamet? Bana uzattı. Bu kez almadım.

Sürekli ağlıyor dedi bu kız belki de, içinden. Olsun desindi. Beni getirdiği huzur da ağlatıyordu. Belki de değil. Ama ağladığım zaman onun yanındaysam acı duymuyordum ben.

Boş verdim bunu düşünmeyi.

Gözyaşlarım kuruduğunda okuduğu için: "Allahı razı olsun," demeyi ihmal etmedim ve ekledim: "Çok güzel okudunuz."

Gülümseyerek karşılık verdi.

Daha sonrasında nikah konusunda konuştuk. Nikahın kendi obalarında, beyinin otağında olmasını diledi. Ben bunu kabul etmedim. Amcamla hoş karşılamazdı. Bu yüzden bizim obada, amcamların çadırında olacağı konusunda anlaştık. Birkaç mevzu daha konuştuktan sonra beraber çıktık gene Şifa dedenin çadırından. Şifa dede arkamızdan şöyle söylemişti:

"Beni iki günde alıştırdınız bu huzura."

Alatunç bey anladığından dolayı sormamıştı lakin ben sormuştum:

"Ne huzuru dede?"

"Evlat huzuru." Issız bir sessizlik çöktü. Üç oğlu da gazada şehit düşmüşlerdi! Gecede onu, çadırıyla baş başa bırakıp dışarı çıktık nihayet. Ben yine geçirmeye yeltendim Alatunç beyi. Müsaade buyurmadı:

"Kendim giderim. Çadırına dönesin."

"Yarın gelecek misiniz gene?"

"Allah ömür verirse," bir sızıyla burkuldu kalbim.

Allah'a emanet ettik birbirimizi lakin içim de kalbim gibi buruk kaldı. Hem bir sebepsiz nedenden, hem de Çoban yıldızı eksikti bugün kelamlarında, ondan.

ZühreHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin