Sonraki üç gün boyunca Alatunç bey heç gelmedi ziyarete.
Benim günüm her zamanki gibi yine aynı geçmiş, sabah erkenden kalkıp koyunları otlatmaya çıkarmıştım. Düşünceli düşünceli işimi halledip obaya geri döndüğümde etraftaki ıssızlık, sessizlik olabildiğince ruhumu bunaltmıştı.
Belki de öyle değildi yalnız ben böyle hissediyordum. Ama o gün ruhu çekilmiş bi ceset gibiydi oba.
Beklemeden çadıra geçtim. Aşı anam pişirmişti. Bana da ellerimi yüzümü yıkayıp sofrayı kurmak düştü. Birlikte yemek yedik.
Daha sonra ben annemi koluma takıp biraz obada gezinmeye çıkardım. Çadıra dönmeden evvel Şifa dedeye uğradık. Boş şişeleri ona geri verdim. İlaç artık işe yaramıştı, yüzümdeki yaralar tamamen kaybolmuştu. Biraz sohbet edip döndük çadıra. İçeri geçerken annemin arkadaşı kapıda durdurdu bizi. Ayak üstü annemle birkaç bir şey konuşmaya başladılar fakat uzayınca kelamlar annem devamında onu içeriye davet etti; sohbetin devamı içeride sürdü.
Kendimi ben yine dışarı attım. Tek başıma dolanmaya başladım. Sonrası yine tanıdık.
Gece arttı, hava soğudu ve uyumaya geri döndüm.
Hâlâ çok ıssızdı her yer.
*
Birkaç zeytin, peynir, reçel, yağ ve yanında ayran. Sabah kahvaltımız daima buydu bizim. Ve çok da güzeldi.
Sessizce yiyip durduk yemeklerimizi. Sessizlik artınca sıkıldım artık.
Ayran taşını yavaşça masaya bırakıp anama döndüm. "Ana."
"De hele."
"İçimde kötü bir his oynaşmaktadır. Hayrolsun, nedir ne değildir. Çok rahatsız olurum."
"İnşirah suresini oku kızım. Hele dur, şu yemeğimizi bitirelim yamacıma oturursun ben sana Kur'an okurum sen de dinlersin."
"Allah razı olsun anacığım. Sen iyi ki varsın."
Kalbimdeki sıkıntı yine de bir nebze azalmayı tanımadı. Daha da karardı. Sofrayı toplayıp kuşluk namazlarımızı kıldık. Seccadeleri toplamadan oturduk öyle. Hemen rahleyi ve Kur'anı getirdim anamın önüne bıraktım. Kur'anı üç kere öpüp başına koyduktan sonra kaldığı sayfayı açtı. Makam verdiği güzel fakat yorgun sesiyle tam iki cüz okudu. O okudukça ben açıldım. O okudukça şu sığlaşan, bana dar gelen otağ genişledi genişledi.
Nihayetinde her biten şey gibi bu da bitti. Okumayı bitirdi. Kur'anı gene üç kere öpüp başına koyup kapadı ve yine daralmaya başladı buralar. İçim de daraldı böylece. Neticede nefes alamadım. Elimi boğazıma götürüp derin soluklar almaya başladım, olmadı.
"Ana," dedim. "Ben hava almam gerek."
Kendimi nasıl dışarı attım bilmiyorum. Uzun, çok uzun süre nefessiz kalmış gibi soluklandım üst üste. Havaya saatler sonra yeni kavuşmuş gibi hissediyordum. Ferahlamadım ama gene. Sadece nefes alabildim. Gerçi bu da çok büyük bir şeydi.
ah,
Ne garip haldi bu böyle.
Çeyrek saat sorasında yengem geldi çadırımıza. Bana neden koyunları otlatmaya götürmediğimi sordu. Ona; bugün geç çıkacağımı söylediğimde ise çıldırdı desem yalan yanlış kelam etmiş sayılmam.
Geldiği gibi hışımla terketti çadırı.
O kadar dolmuştum ki oturup sinirimden ağlamaya başladım o an. İnsanın daralmasına bile müsaade etmiyorlardı. Biraz nefes almasına da. Küçücük bir kafa dinlemeye de. Hiçbir şeye.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zühre
SpiritualUzun uzun açıklamaları ilk etapta yapamayacağım sanırım, ama... okursan pişman olmaz mışsın; yani okuyanlar böyle söylüyorlar :))