Birkaç gün geçmişti.
Bu süre içerisinde gönderdikleri haberciyle Alatunç beyin cevabının müsbet olduğunu bildik. Ertesi gün de biz haber yolladık; bana da uygundu.
Bir gün ziyarete geldiler. Obaya girişleri bu kez herkes tarafından görülmüştü zira bu sefer gece değil sabahtı. Koskoca boyuyla anasını önüne almış yürüyordu Alatunç bey. Bu incelik farkedilemeyecek gibi değildi. Bu adam önden yürümeyi değil, edebinden anasının ardından yürümeyi tercih ediyordu. Gölge gibiydi, kollar gibi.
Etrafına bakınıyor, herkesi elekten geçiriyordu.
Gelen geçen bu yabancıya tuhaf tuhaf bakar olmuştu. Görünümüyle etkileyici olduğundan sebep, edebi tam bilememiş kızlar hiç hayâ etmeden gayet bariz bir halde onu süzüp duruyorlardı. O an, görünüşü benim de gözüme gerçekten hoş geldi.
Obanın girişine yakın bir yerde elimde ayran tasıyla onları görünce durup kalmıştım. Kalbim gümbür gümbür atıyordu. Emmim öğrenirse bunu bizden duymadığı için epey sinirlenecekti çünkü. Ne yapılabilirdi ki? Geri gidin mi denilecekti? Soğuk soğuk terler dökerken bey, başını sağa doğru çevirdi ve o esnada yolun ortasında durup kalan beni farketti.
Başıyla hafifçe selamladı.
O an titreyen ellerimden tas yere düştü! Paramparça oldu. Ayran üzerime sıçradı.
Alatunç bey anasının koluna dokunup bir şeyler söyledi ve sonra yanıma yaklaşmaya başladı. Kalbim mümkünmüş gibi biraz daha atmaya başladı. Etrafıma hayretle ve korkuyla bakındım.
Az ötede duran kuzenimle göz göze geldik. Gözlerinde manadan ilk kez ürperdim. Çadırın dışında bize bakmaya devam etti ve Alatunç bey tam olarak yanıma geldiğinde ise hızlıca perdeyi açıp içeri girdi.
Büyük bir suç işlemiş gibi hissediyordum.
"Bir şeyin yok ya?" dedi kırılmış testiye bakarken.
Gülümsemeye çalıştım: "Üzerime bulaşan ayran dışında bir sorun yok, endişelenmeyin."
Tebessüm eyledi: "Anamlar çadıra geçsinler. Ötede beklerim seni."
Ana hatun kızıyla beraber bizim çadıra doğru ilerledi. İçeri geçtiler. Korku ve heyecanı bir anda yaşıyordum ve bu, çok garip hissettiriyordu. Arkamı dönüp gitmeden önce sordum:
"Obanın ötesinde mi?"
"Hayır." dedi: "Burada."
Yani oba dışında iki gencin yan yana yürümesi o kadar da uygun değildir. Bu haksızlık olur sana. Oba içinde.
"Anladım."
Hızlı adımlarla çadıra girdim. Onlarla görüşüp hal hatır sordum. Öncelikle buraya oğluyla benim ikinci kez görüşmemiz için, sonrasın da annemin ahvalini merak ettikleri için geldiklerini bildirdiler.
O esnada anamın kulağına eğilip: "Emmim bu defa mutlaka haber alacaktır." dedim.
"Alsın," dedi: "Gayrı korkacak değiliz. Bir hata da işlemiş değiliz. Gönlün ferah olsun kızım."
"İçimde hayırlı bir his yoktur ana."
"Üzülme yavrum."
Doğruldum.
Herkese bir ayran koydum soğuk soğuk. İçtiler afiyetle, teşekkür ettiler. Alatunç beyin kız kardeşi pek suskundu. Onunla konuşma teşebbüsünde bulunmak istediysem de yapamadım.
Birkaç sohbetten sonra oğlunun beklemeyi pek sevmediğini söyledi ana hatun. Utandığımı görünce güldüler. Buyur verdiler. Ve dışarı çıktım.
Yürürken emmimin kızı Nilüfer yanıma yaklaşınca durup ona döndüm.
"Ne derdin var yine?"
Gözlerini kıstı Nilüfer: "Her şeyi öğrendim."
"Saklayacak bir şey..." Duraksadım. Tek nefeste konuştum: "Kötü bir fiil işliyor değiliz. Saklayacak bir şeyim yok!"
Başını salladı tehditkarca: "Babam burada değil lakin geldiğinde tüm olup biteni ona anlatacağım Zühre hanım. Göreceksiniz."
"Çekil git başımdan!"
Az ötede beni bekleyen Alatunç başını önünden kaldırıp da kuzenime baktı. Keskin keskin baktı. Az sonra Nilüfer geldiği gibi uzaklaştı.
Alatunç beyin yanına geldiğimde: "Kimdir o?" diye sordu.
"Kimse." dedim.
Yan yana yürümeye başladık. Bu nasıl bir cesaretse obanın içinde çekinmeden geziniyorduk. Bu bana pahalıya mal olacaktı bundan oldukça emindim. Lakin hata işlemiyordum. Biz yuva kurmaya çalılıyorduk ve bunun için buradaydık.
"Çadır kuruluyor." diye başladı. "Gerekli olacak eşyaları hanlardan sipariş verdim. Eğer ayrıca istediğin bir şey varsa diyesin hele."
"Allah razı olsun. Analarımızın konuştuğu gibi sade, şatafatsız olacak her şey. Fazlasında gözüm yoktur. Yalnız konuştuğumuz gibi anamın çadırının bize yakın olmasını isterim."
"Merak etmeyesin, o işi de halletmeye uğraşırım."
Bir süre konuşmadık. Sonra söze başladı:
"Biraz sabırlı olman gerekir hatun. Bir cenge gittiğim de haftalarca dönmez olurum. Belki şehit olurum, belki Gazi. Her ne olursa olsun bir er hatunu dirayetli ve güçlü olmalıdır. Bunlardı defalarca hatırlatmam icap eder."
"Sabır ve tevekkül... bunlarla büyütüldüm ben Alatunç bey, merak etmeyesiniz. Bir karar aldık ve yollarımızı birleştireceğiz. Bütün olumlu yönlerini ve olumsuz yönlerini birimizden sakınmadan ortaya koyduk. Sabrederim lakin üzülmemek konusunda söz veremem. Şayet eğer sizde ezelden babam gibi bizi hemen bırakmaya niyetliyseniz..."
"Aileme dahil olanlar için kendime daha çok dikkat edeceğim."
Yerime, yüreğim konuştu.
Yürüdük yavaş yavaş. Gerekli mevzuların birkaçından daha söz ettikten sonra beyimize dikkatle bakan oba kızları ikinci sefer gözümden kaçmadı. Kıkırdayarak güldüm:
"Alatunç bey?"
"Buyurasın."
"Bakınız şuradaki kızlar sizi nasıl seyrediyor."
O yöne baktı. Umrunda olmadığı her halinden belliydi: "Nasıl seyrediyor?"
Güldüm yeniden: "Pek iyi niyetli seyretmiyor."
Biraz düşündükten sonra ne demeye çalıştığımı anladı: "Ha!" diye bir mırıltı çıkardı ve seslice güldü. "Seyretsinler, onların kabahati. Sen neden gülersin, hoşuna mı gitti?"
"Hoşuma gidiyor mu gitmiyor mu bilemem lakin pek dert ediyor değilim."
"Öyle mi?"
Başımla evetledim.
"Neden değil?"
"Bilmem."
"Kocan olacak değil miyim?"
"Öylesiniz."
"Ee," deyip bana doğru döndü: "Rahatsız olmuyorsun demek. Öyle olsun bakalım. Bazı hatunların seyirciliğine alışkınım, rahatsız etmiyor beni de. Haydi çadırına geri dön."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zühre
SpiritualUzun uzun açıklamaları ilk etapta yapamayacağım sanırım, ama... okursan pişman olmaz mışsın; yani okuyanlar böyle söylüyorlar :))