Emmim beni çadırına çağırıyordu. Korkmak değil de endişeleniyordum. Anama teskin edici sözler söylerken aslında kalbimde fırtınalar kopuyordu. Göreceğim muameleyi tahayyül edebildiğimden olsa gerek can sıkıcı şeylerin ortaya çıkacağından emindim. Lakin bunu aklımdan uzaklaştırmaya çalışıyordum.
Vakit öğleydi;
Sabah vakti erkenden namazı kılıp kendime ve anama sofra hazırlamıştım. Koyunları çıkarıp, otlatmıştım. Ve tam dönüş yolunda iken bir alp karşıma çıkarak emmimin çağırdığını söylemişti.
Şimdi çeyrek saattir anamın yanındaydım. Çağırıldığımı anlattım. Anam tedirgin mahzun bir şekilde beni beklediğini söyledi.
Gecikmem demek biraz daha onu sinirlendirmek demekti.
Az sonra çıktım anamın yanından. Usul adımlarla bitirdim mesafeleri. Şatafatlı çadırlarının önüne geldiğimde kapıda bekleyen iki alpe çağırıldığımı ilettim.
"Bekleyesin." diyerek biri içeri geçti. Çok geçmeden çıktı ve geçmeme izin verdi. İzin vermeseydi ne bahtiyar olurdum ama..
Perdeyi aralayıp içeri geçtim. Amcam öfkeden burnundan soluyordu. Başı önünde derin derin nefesler alıp veriyordu. Tam ortaya geçtim. Az sonra arkadan yengem çadıra girdi. Yaklaştı yaklaştı tam amcamın yanında durup elini omuzlarına koydu. Onu teskin ediyordu aklınca; öfkesini bileyen sanki kendisi değilmiş gibi. Yüzündeki yalancı üzüntü, keder, midemi bulandırmaya yetiyordu.
Peki ya neydi böyle? Neyin öfkesi, neyin teskiniyetiydi bu? Ne yapmış olabilirdim? Hatam çok mu yüksekçeydi? Hayır değildi. Değildi!
Eğer o amca gibi başımda dursaydı elbette ki anam istese dahi ben onun onurunu kıracak bir harekette bulunmazdım. Ona da danışırdım ancak, o iyi bir büyük olmayı başaramadı bana. Babama olan nefretini mazide hiçbir dahili olmayan bana ve anama sıçrattı. Haksızlık yaptı. Yine de suçlu değildim, sadece saygısızlık yapmıştım ve bunu haketmişti.
Ayağa fırladı az sonra. Bir süre konuşamadı sinirinden. Derin derin soluklanıyordu hâlâ.
"Hadsiz!" dedi birden bağırarak: "Evlilik meraklısı. Er meraklısı. Hadsiz!"
Titreyen dudaklarımı dişlerimin arasına alıp çiğnedim. Başımı çevirdim. Sulanan gözlerimi kapadım.
Ağıza alınmayacak kırıcı sözlerine ara vermeden devam etti. O kadar incitici sözler söyledi ki, sırf ona haber vermediğimiz için... canımı sözleriyle inanılmaz acıtıyordu. Oysa acımamalıydı. Onu umursamamalıydım. Yapamıyordum.
Gelip tam karşıma dikildiğinde eğmiş olduğum başımı sert hareketlerle kaldırdı: "Utanmadın mı?" diye sordu: "Emmini çiğnenmekten utanmadın mı? Benim rızamı almadan bu işlere girişmekten utanmadın mı? Gelip elimi öperek izin istemek çok mu zor geldi?" Gözlerinde yeni ve daha şiddetli bir öfke kabardı ve çenemi bırakıp geriye doğru ittirdi beni: "Edepsiz! Babasını kızından ne beklersin ha ne beklersin? Bendeki de bu ahmaklık. Ah kafam! Ah! Koynumuzda yılan beslediğimizi görür müsün hatun?"
Karısına dönmüştü. Yengem ise buna benzer sözlerle onun haklı olduğunu tasdikledi ve bana birkaç laf söyledi. Ondan değil ama amcamdan gelenler gerçekten acıtıyordu.
Susuyordum bu kez. Sessizlik sessizlik... amcamın derin solukları. Yengemin hıncını almış gibi bakan gözleri. Benim içimde fokurdayan söylenmedik sözlerim...
"Eğer sen, yalan sözlere aldanmayıp gerçekten başımızda olsaydın, ezmezdim seni!"
Bunu söylemiştim evet! Gözlerini büyüterek gözlerime baktı. Göz temasını kaybetmeyerek şu birkaç kelimeyi daha söylemekten geri durmadım:
"Karısının elinde maşa olmaya razı bir bey, benim ondan rıza almama bu kadar takılıyorsa emmi... bu senin-" diyemedim devamını. Sert bir tokat beni yere sermeyi başardı. Ayağa kaldırıldım. Yakamdan tuttu:
"De," dedi: "De. Tekrar de hele, de!"
Ağlaya ağlaya konuştum: "Ne dediysen yaptım. Ne istediysem yerine getirdim. Sözünden çıkmadım ama ben yine kötü oldum amca. Sen, hep yalanlara kandın. Sen iyi bir büyük olamadın. Karının sözlerinin tesirinden çıkıp da gerçek olanı göremedin. Basiretin bağlanmıştı!"
İkinci bir tokat daha! Yeniden yere yıkılan bedenim. Ama bu sefer ayağa kalkan bir cesaretim var.
Elimi dudağıma götürdüğümde son tokadın şiddetiyle patladığını anlamıştım. Amcam uzandı tek hareketiyle beni yerden kaldırdı tekrar:
"Konuş!" diye haykırdı.
"Bir gün yaptıklarınızın cezasını Yaradan, zalimin elleriyle ödetecek size. İntikam peşinden asla ama asla koşmayacağım çünkü ben Yüceler Yücesine teslim oldum. Ahım sizde kalmayacak bunu bilirim. Vallahi kötüsünüz, hepiniz!"
Üçüncü bir tokat! Dördündücü! Beşinci. Konuştukça yiyordum.
"Vur!" diye bağırıyordum, çıldırmış gibiydim. O da öyleydi. Hayalleşmeye başladı artık sahneler. Ne olduğunu net hatırlamıyorum ama, biri içeri girip de beni amcamın ellerinden çekip kurtarmasaydı eğer orada daha çok dayak yerdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zühre
EspiritualUzun uzun açıklamaları ilk etapta yapamayacağım sanırım, ama... okursan pişman olmaz mışsın; yani okuyanlar böyle söylüyorlar :))