Gece geç saatlerde anamın çadırına gidip uyuduğu, ben tek başıma kalmış olduğum o gecenin yarı saatlerinde müsaade istenildi şifa çadırı ardından. İlkten irkilip toparlandım döşeğimde. Ses boğuk gelmişti, tanıyamamıştım."Kim ola?" dedim.
"Benim," dedi: "Benim kızım, Şifa deden."
"Dede! Dede Allah aşkınıza geliniz. Bu nasıl bir sürpriz dede, geliniz." Perde açıldı. Önce Şifa dede olamayacak biri girdi içeri; bu amcamdı. Onu görünce çenem titredi. Başımı derhal ondan öte tarafa çevirdim. Sonra yandan baktım: gözleri yaşlıydı, onun, onun!
"Dede..." dedim, lakin sözümün devamı gelmedi. "Bu saatte geldik affeyle kızım lakin durumuna bizzat benim bakmamı istedi Alatunç bey. Beni obadan alıp buraya getirdi. Gayrı ben ilgileneceğim tedavinle. Sabah uğrayacak idik velakin bu saatte içmen gereken ilaçlar vardır. Onları iç diye getirdim."
Amcam hiç konuşmuyor, hiç kıpırdamıyor ötede bekliyordu.
Şifa dede baş ucuma yaklaşıp da içmem gereken ilaçları bana verdi. İçtim, ellerim titriyordu.
"Şifa dede.. neden geldi?"
"Gelmek istedi. Günlerdir gelmek ister de, Alatunç bey müsaade etmezdi. Bu sefer izin verdi, geldi. Çok pişman kızım."
Gözlerim dolu dolu fısıldadım: "Nasıl yengemin tesirinden çıkıp da vicdan duygusunu hatırlamıştır dede, sorsanıza?"
"Etme kızım, ben seni bilirim; gönlün yumuşacıktır affedersin sen."
"Şayet Allahım affettiyse bana söz düşmez. Ama yaptıklarını unutacak değilim."
"Maziyle yaşamak insanı çürütür. Onunla yaşama, ondan hisse al."
"Neyin hissesini alayım dede? Beni çayırlara, ovalara, kız başıma salıp peşime onlarca koyun takıp acımadan günler aylar boyu erkek işlerinde çalıştırıp duran, döven, hırpalayan, aşağılayan, bir amcanın yaptıklarından nasıl hisse alayım?"
"Alırsın." dedi şişeleri heybesinden çıkarıp tezgahın üzerine koyarken. Kesik soluklarım sesli hale gelince amcam: "Zühre," dedi.
"Allah seni affetsin amca," dedim: "Senin suçun yok, alın yazısı. Bu hastalık bana Rabbimden gelen bir imtihan. Eğer ovada olmasaydı bir başka yer keyif ederken de o zehirli böcek beni bulacaktı. Kaza ve kadere iman ediyorum, şükürler olsun."
"Alın yazını Zühre, ben alın yazını acıttım. Ben hata işledim."
Yaklaşıyordu. Yaklaşsın istemiyordum. Ondan gelen sevgiyi hissedemiyordum. Nihayet kendime hakim olamadan elimi kaldırıp durmasını istedim:
"Buraya seni affetmem için geldiğini biliyorum. Seni affediyorum emmi. Vicdanın rahat olsun. Benim için kaygılanma, önce Rabbim, sonra anam, sonra erim benimledir. Benim için yaptıklarınız iyi şeyler için nikah kıyılmadan evvelcede sizden helallik istemiştim suskun kalmıştınız, lakin ben görevimi yerine getirmiştim. Şimdi de söylerim: helal ediniz. Bana baktınız, yedirdiniz, içirdiniz. Sahipsiz bir başıma dağlarda komadınız. Hakkınız vardır. Vicdanınız rahat olsun. Ben sizi affediyorum. Alatunç beye de söyleyeyim; size kızmasın. Zehirlenmem hadisesinde suç sizin değildir. Suç kimsenin değildir. Bu kaderdir. Şimdi gidebilirsiniz emmi. Geldiğiniz için sağ olun."
Gözleri dolu dolu olduğu halde amcam selamet dileyip kendini çadırdan dışarı attı. Şifa dede de çıkmaya durdu. Çıkmadan evvel sordum ona Alatunç'u. Yine Alatunç'u. "Nerededir bilir misin?"
"Bilmem kızım." dedi sonra o da çıktı. Ben yalnız kaldım. Ve içim parçalandı! Amcamın karşımda pişmanlıkla duran o halini hatırladıkça burkuldu yüreğim. Uyumaya varacakken bir takırtı ile gözlerimi kırpıştırdım ama açmadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zühre
SpiritualUzun uzun açıklamaları ilk etapta yapamayacağım sanırım, ama... okursan pişman olmaz mışsın; yani okuyanlar böyle söylüyorlar :))