"Bismillahirrahmânirrahim" diye başlamak istiyorum, çünkü uzun bir zaman sonra ciddi bir şekilde kitabı yazmak için buradayım. Hakikaten, bir işle arana mesafe girince yeniden o işe koyulmak çok zor oluyor. O yüzden talep ettiğimiz bir şeyi az da olsa sürekli olarak devam ettirmemiz gerekiyor.
Herkese iyi okumalar dilerim.
____
İki gün sonra, evet o şiddetli yağmurdan iki gün sonra, ulakla bir haber geldi obaya. Ulakcı, oba beyi Gıyaseddin'in çadırından çıkarken elim kalbimde heyecanla bir umut ışığı bekliyordum.
Ama kim bana söylerdi ki bunu? Gizli bir görev için giden birinden haber gelse dahi, bana kim söylerdi? Zaten böyle söylemiyorlar mıydı: erin gazaya gittiği vakit, yalnız ardından dua edeceksin, beklemeyeceksin. Bu topraklar, giden yiğitlerin yolunu beklemeyen analar sayesinde vatan oldu.
Ondan gelen bir haber.
Haberci, ondan gelsen? Ondan mı gelmektesin? Ondan de ne olur, yüreğim serinlesin. Gayrı, dayanamaz oldum. Sesim soluğum, kesilecek, onsuz. Yitirdim kendimi, katlanamıyorum..
Ben sahiden Alatunç'suz aklımı yitirmiştim. Adam önümüzden geçerken etrafta toplanmış oba halkından heç utanma duymadan adamın önüne atladım.
Adam şaşırdı ve derhal başını önüne eğip: "Buyur bacım, derdin ne ola?" dedi. Ben sessizce yalvarır gibi karşılık verdim:
"Amcam, kurbanın olayım de bana; getirdiğin haber ne ile ilgilidir? Alatunç beyi bilir misin? Haber ondan mıdır? De amca, de ki içimdeki ateş sönsün gayrı!"
Adam halime çok acıdığını her halinden belli ediyordu. Yüzünü ıstırap çizgileri kapladı. Belki de, bir insanı böylesine yalvartan şeyin sebebini merak ediyordu.
Adına sevda derler onun..
Amcam, bakmayasın bana öyle. Ona tutulanın aklı doğru düşünür mü heç? Onu herkes mi bilir sanırsın? Herkes bilse idi, herkes Mecnun olmaz mıydı? Dillerde dolaşan duygunun adına aşk mı diyorlar sahi? Yalan söylüyorlar o hevestir, o aşk değildir. Aşk o kadar basit midir ki?
"Alatunç'dan mı haber getirdin?"
Adam susmaya devam ettikçe ben burada perişan oluyordum. Perişan oldukça daha çok dikkat çekiyor ve tepki topluyordum. Bu yaptığımın şeriata ve adabâ aykırı ne büyük bir hata olduğunun idrakında idim amma cevabımı almadan yürümeye niyetim yoktu. Olsaydı bile, ayaklarım geri gitmezdi.
"Ondan mı haber getirdin amca, konuşasın!"
"Bacım.."
"Yalvarırım!"
"Bunu söylemem yasaktır."
"ne olur.. ne olursun."
Konuşmuyordu adam. En sonunda çaresizce mırıldandım:
"Bari yaşıyor mu, ondan haber ver."
"Evet."
"Sahi-sahi mi? Yaşıyor mu, o? Yaşıyor mu?"
"Yaşıyor."
"Lâ ilâhe illallah. Ya Rabbi o yaşıyor. Allahım, evet o yaşıyor."
Ne için haber gönderdiğini o andan sonra merak etmedim bile. Yaşıyor muydu? Yaşıyordu. O an için gerisinin hiçbir ehemmiyeti yoktu benim için. Ben.. sadece bunu duymak için günlerdir deli olmuştum, bunu duyma umudu ile, sadece bu cümleyi: 'yaşıyor..'
"Şükürler olsun, sana hamdolsun. Hamdolsun Allah'ım."
Ellerimle sevinçten çığlık atmamak için ağzımı kapadım ve son kelimeyi tekrarlayarak gözlerim dolu dolu oradan koşarak uzaklaştım. Kendimi çadıra attığım anda seccademin başına koşup secdeye kapandım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zühre
SpiritualUzun uzun açıklamaları ilk etapta yapamayacağım sanırım, ama... okursan pişman olmaz mışsın; yani okuyanlar böyle söylüyorlar :))