Bir ottan bahsediliyordu. Onun zehire şifa olacağı söyleniyordu. Ama çok pahalıymış. Hem öyle bir pahalı ki ben bunu duyduğumda şaşkınlıktan bir süre konuşamamıştım.
Lakin Alatunç bey o lahzada, tek seferde, "Tamam." demişti. "Aldıracağım o otu."
Hayır dedim, reddettim, umursamadı. Saatler boyu gerek olmadığını söyleyip yeminler ederek, iyileşmek için her şeyi yapacağıma dair söz verdim. Yeter ki o kadar parayı vermesindi ona.
Nihayet çökmüştü yanıma. Kızmamıştı, ya da sinirlenmemişti.
"Böyle söyleyince yüreğim burkulur." demişti ve benim iyileşmemi her şeyden daha çok arzuladığını söylemişti.
O günden bu yana boş gözlerle bekleşip duruyordum işte. Bu fedakarlığı da benim yüreğim kaldıramıyordu gayrı. O parayla üç binden fazla koyun alınırdı. Birikimlerinin hepsini ona verecek üstüne de borç yapacaktı, Benin için yaptığı masraflar yetmezmiş gibi.
Ben bunu hakketmiyordum.
Şayet amcam olsaydı nasıl da başıma kakardı yaptığı iyiliği. Acaba Alatunç bey de sonrasında buradan vurur muydu beni? Yapar mıydı onu? Senin hastalığın yüzünden dara düştüm, üstelik bana heç faydan olmadı der miydi?
Düşünceler dimağımı zehirliyordu. İçim bunalıyordu.
Çadır dar geldi. Yalnızdım, anam, ana hatunun çadırına kadar gitmişti. Kalktım ayağa. Bugün ateşim yoktu ve biraz daha iyiydim.
Üzerime dış kıyafetimi giyip dışarı çıktım. Hasret kaldığım ferah mekan, temiz havayla doydum. Birkaç adım attım. Öyle güçsüz hissediyordum ki.. ellerim, ayaklarım, dermandan ayrı düşmüştü.
Yürüyemeyeceğimi hissedip şifa çadırının önünde olan hasır taburelerden birine bıraktım yorgun bedenimi. Derin nefesler alarak etrafı seyretmeye başladım.
Bir kız bana doğru yaklaşıyordu o esnada. Selam verdi, Şifa kadını sordu, dağa ot toplamaya çıktığını söyledim. Hafifçe başını anladığını belirtircesine sallayarak geri döndü. Tam gidecekken sanki bir şeyi unutmuş gibi geri döndü.
"Sen Alatunç beyin hanımı mısın?"
Konuşmadan başımla tasdikledim.
Burnunu dikip yüzüme dikkatle baktı. "Neden senin gibi hasta bir hatun aldığını düşünür herkes."
Yutkunamadım! Gözlerim doldu yalnızca.
Kız: "Neyse," dedi: "Yine de elbette haline üzülüyoruz. Allah şifa versin."
Döndü gitti.
Kaldım öylece, kıpırdayamadım. Şifa kadın geldi. Yanıma çömelip bana garipçe baktı.
"Neyin var kızım?"
"Yalnız kalayım mı Şifa kadın?"
"Nasıl istersen. Sonra şifa çadırına gelesin, oldu mu?" Geçti içeri girdi. Ellerimle yüzümü kapayıp ağladım, ağladım. Alatunç bey o gün hiç yanıma uğramadı. Burada olmadığını anlamıştım. O, obada olsa elbette gelirdi zaten.
Nihayet kalktım oturduğum yerden. Nereye gittiğimi bilemez halde her yerin dar geldiği koca obayı güçsüz adımlarla turlayıp durdum.
Sonra obanın girişinde gördüm Alatunç beyi. Tam girişte duran alplerle birkaç kelam konuşup gülümsedi. Ve orada, atından inip atını onlara teslim ederek başka hiçbir yere uğramadan doğrudan bilmediğim bir çadıra doğru yürüdü. Şifa çadırına uğramadan.. Beni ikinci plana atarak.. sevgiye, ilgiye muhtaç zavallı beni. Hasta hatununu.. tabii, hasta bir kızla uğraşmak ona da eziyet vermeye başlamış olmalıydı belkide. Sıkılmıştı, usanmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zühre
SpiritualUzun uzun açıklamaları ilk etapta yapamayacağım sanırım, ama... okursan pişman olmaz mışsın; yani okuyanlar böyle söylüyorlar :))