Ertesi gün Alatunç bey hiç yanıma uğramadı. O konuşmamızdan sonra hep anam kalmıştı yanımda, Şifacı kadınla beraber. Anamla onun sohbetlerini dinlemekten bir süre sonra usanmaya başladığımı hissettim zira aklım ondaydı. Ve ben onu görmek istiyordum.
Bir gün geçti aradan! Alatunç bey bir kez uğradı sadece o zaman da "Eyi olacaksın," dedi. Bir kaç dua okudu, o kadar. Sonra yine çıktı gitti.
Üçüncü gün akşama kadar heç gelmedi. Sürekli soruyordum, nerededir diye. Devlet işleri diyorlardı. At üstünde ovalarda yani..
Yumuyordum gözlerimi uyuyordum.
Sonraki gün bir sabah namazı sonrası namazımı kılıp duamı yapıp ellerimi yüzüme sürerken açıldı çadırın perdesi. Sabah güneşi mis gibi dolu içeriye. Başımı çevirip ardıma baktım. Ayağa kalkmadan önce Alatunç beyin ellerine gözlerim çarptı. Bir paket tutuyordu. Önüme dönüp seccademi katlayıp koydum yerine. Ve yatağıma usulca oturdum.
"Eyi misin?"
"İyiyim." Kırgın hissediyordum kendisine nedense. Soluktu cevabım, halsizdi, bir tutam kırgın. Gelmiyordu, diyeydi belki de. Ne yapayım. Kalbim yokluğunu bıraktığı için ona karşı incinmişti işte.
Elindeki her neyse bana doğru uzatıp: "Sana," dedi. Sonra yavaşça yere çömeldi ama o an benim de kalbim yerlerdeydi! Nasıl da birden şiddetle heyecanlandım.
"Ne vakit uygun anı bulup veremedim. Nikahtan önce vermeyi istedim. Son gün geldiniz. Seni gördüm. Biraz vakit bırakmadılar, nikaha alındılar hemen. Sonra hasta oldun zaten. Rengini seversin inşaAllah. Renk hoşuna gitmezse anana da hediye edebilirsin. Sonra sana başka alırım."
Bu nasıl bir seçecek misaliydi hakkaten?
Beni inatçı keçi gibi gösteren hareketimi yaptım: omuzlarımı gayrı ihtiyari kaldırdım huysuzca.
"Almayacak mısın?"
"Almayacam."
"Ne için?"
"Almayacam işte."
Elini hiç ısrar etmeden geri çekti. Paketi koynuna koydu. Her zamanki koynuna. Gözlerimi kocaman açarak ona baktım ve hareketlendim rahatsızca.
"Ne yani beyim. Israr etmeyecek misiniz?"
"İstemeyen birine neden ısrar edeyim ki?"
"Peki, onu ne yapacaksınız?" Dudakları hafifçe yukarıya doğru kıvrıldı: "Düşünmedim," diye cevap verdi gayet doğal bir şekilde: "Başka birine veririm belki."
Tabii kıskançlık, merak, duygusu benliğimi aldı götürdü hemen!
"Ne vardı ki onun içinde beyim?"
"Madem almazsın, neden sorarsın?" Gözlerimi yere indirdim. Sustum. Bir baktım ki paket yeniden bana uzatılmış. Sessizce, hiçbir şey demeden hiç hareket etmeden yalnızca almamı bekliyordu.
Fazla naz yapmadan aldım bu kez. Elimde bu paket haricinde kalan tek şey: rezilliğimdi.
"Almaya karar verdim nedense, bir an." diye saçmaladım.
"Eyi." dedi o da sadece. "Eyi yaptın."
Paketi açtım. İçinden Zümrüt renginde kadife bir kumaşla kaplı, üzerinde çok güzel bir hatla Kur'anı Kerim yazılı olan Kutsal Kitabımız çıktı.
Bu anlamlı hediye için ona çok teşekkür ettim. Duygulanmıştım.
"Oku." dedi. "Yaradan Rabbinin adıyla, Yaradan Rabbinin kelamlarını oku. Öğren ve öğret. Gayrı bundan böyle çadırında oturup hatunların yaptığı işlerin birazını yapıp, geri kalan vaktinde çocuklara Kur'an öğretmeni isterim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zühre
EspiritualUzun uzun açıklamaları ilk etapta yapamayacağım sanırım, ama... okursan pişman olmaz mışsın; yani okuyanlar böyle söylüyorlar :))