Kafamın içi çok doluydu. Müzik hocası Ayşen Hoca'nın beni Atalay'la düet yaptıracağı konusu hiç çıkmıyordu aklımdan. Neden bilmiyorum, sanki evren bizi bir arada tutmak istiyor gibi gelmişti. Oysa Atalay'ın kalbimdeki etkisi belliydi. Ve ne kadar istersem isteyeyim kalbim ondan vazgeçmek yerine onu görünce her defasında sanki ilk defa görüyormuş gibi atıyordu.
Onu affedecek miydim ya da o kendini bana affettirmeye çalışacak mıydı bilmiyordum. Kendime bir söz vermiştim. O kendini affettirmek için bir şeyler yapsa da onu kolay kolay affetmeyecektim. Çünkü kimsenin bana bir gün dünyanın en değerli insanı gibi hissettirip bir gün çöp gibi hissettirmesine hakkı yoktu.
Onu unutmak kolay olmayacaktı, biliyordum ama eninde sonunda unutacaktım. Atalay'ın son konuşmamızda bana hissettirdiği acıya alışacak ve yoluma devam edecektim. Asıl zorluk da burada başlıyordu aslında... Yola devam etmek...
Düşüncelerimle birlikte kantine girdiğimde hemen karşımdaki masada yanında biriyle oturan ve bana el sallayan Mete'yi görmüştüm. El sallayarak yaptığı Afrika kabilesi dansından anladığımdan kadarıyla beni yanına çağırıyordu.
Aklımdaki düşünceleri sildim ve sanki hiç üzülmemişim gibi yüzüme kocaman bir gülümseme yerleştirip Mete ve yanındaki tanımadığım çocuğun masasına giderek Mete'nin yanındaki sandalyeye oturdum. Çocuğa kısa bir "Selam." dedim. Beni hiç takmadığında umursamayarak Mete'ye döndüm ve yanaklarını sıkarak "Sabah neşen geldi Mete kankam!" dedim.
Mete ise yanaklarını ellerimden kurtarmaya çalışarak "Sabah belası olmasın o?" dedi. Ellerimi yanaklarından çektim ve önüme döndüm. Karşımdaki daha önce görmediğim çocuk Mete'yle beni izliyordu. Neden selamıma karşılık vermediğini anlamamıştım. Ne kadar takmıyor gibi gözüksem de bu durum sinirimi bozmuştu.
"Napıyorsunuz?" dediğimde Mete tam konuşacaktı ki karşımızda oturan çocuk sandalyesini geriye iterek ayağa kalktı. Bakışları beni bulmadan Mete'ye değdiğinde ne diyeceğini bekledim Mete gibi. "Kahve alıp geliyorum. Sonra devam ederiz."
Masadan yeterince uzaklaştığında kaşlarımı çatıp Mete'ye döndüm. "Kim bu sik?"
Mete gülüp bana cevap verdi. "Sorma. Bizim sınıfa yeni geldi. Okula onu tanıtmak amacıyla gazetede röportajını yayınlamaya karar vermiş müdür. Onun için röportaj yapıyorum. İlik gibi çocuk ama çok sinir bozucu hareketleri var."
"Anladım. Senin de işin zor. Böyle davarlarla uğraşmak zorunda kalıyorsun." Cümlemi bitirir bitirmez henüz ismini bilmediğim çocuk elindeki kahvesiyle masaya oturmuştu. İnşalllah ona davar dediğimi duymamıştır. Gerçi duysa ne yapabilir ki?
Mete röportaj için ona soru sormaya devam ederken gözlerim kantine giren Atalay'ı bulmuştu. Yüzünde yine morluklar vardı. Yüzü bu haldeyse bedenindeki morlukları tahmin edemiyordum. Ne yaparsam yapayım, bu onun seçimiydi. Onu binlerce kez uyarmama rağmen hala kötü olanı yapıyorsa ona karışmaya hakkım yoktu.
"Çay mı, kahve mi?" Mete'nin çocuğa yönelik sorduğu soru beni kendime götürdüğümde çocuk "Kahve." diye cevap verdi.
"Bilemedin, çay." diyip kahkaha attığımda ikisinin de bakışları beni bulmuştu. Ortam yumuşasın diye bir espri yapmak istemiştim ama çocuğun bakışlarından anladığım kadarıyla yaptığım espri ona komik gelmemişti. Göz devirme isteğimi bastırdım ve daha fazla rezil olmamak için masadan kalktım. "Neyse Mete sonra görüşürüz."
Cevap vermesine izin vermeden oradan uzaklaştığımda kantinde göz gezdirmeye başladım. Aynur ve Feyza olmadan çok sıkılıyordum ve okulda genelde tek takılıyordum. 'Acaba bu sefer kime salça olsam?' diye düşünerek boş bir masaya oturdum. Acaba dokuzuncu sınıflara süt mü verseydim? Bu da çok eskimişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
beni kendinden kurtar | texting
Kısa HikayeAnonim: İzmir'den kalktı tren Anonim: Ankara'da yaptı fren Anonim: Bu mesaja cevap vermeyen Anonim: Ya pezevenk ya da götveren *