Kaldığımız yerden...
-Arc-
"Eee gününüz nasıl geçti?" Kızlara sordum. Claire yanımdan koluma sarılmış mutlu mutlu sesler çıkarıyordu.
"Bilardo oynadık." Edward kestirip attı. Konuşmak istemediği belliydi.
"Evet oynadık ve kendime bir köle buldum." Klasik köle antlaşması. Kızılcık pis pis sırıtıyordu. Ben de sırıtmaya başladım. "Köle ha?"
"Ama azat ettim. Çok ağlamaklı görünüyordu."
"Sonra da atari oynamaya gittik." Claire koltukaltımdan lafı böldü. "Sonra da sen aradın zaten."
"İyiymiş." Bir an tereddütten sonra koltuğun üstündeki metal kutuları aldım. "Bunlar sizin."
Kutuları teker teker kızlara fırlattım. Ve Edward'a. İtalyan hariç. O zaten kendi tabancasını almıştı.
"Ne bunlar?" 1796.
"Tabanca. Antika olanlardan. 1990." Güldüm.
"Havalı."
"Bence de." Noire elindeki kutuyu gayet dikkatli inceliyordu. Etrafındakilerin kutuları açtığını görünce onları taklit ederek açmayı başardı.
"Ben yatıyorum." Edward kalkıp 15 fırtına kuvvetiyle odasına girdi. Saygısız orospu çocuğu. Yarın gösteririm ben sana.
Elimdekinden bir yudum daha aldım. Bi ropdöşambrım eksikti. Bir de New York manzaram. Bir de buzdolabı. Neyse.
"Boşverin o iti." Bardağa biraz daha doldurdum. "Kendi mezarını kazıyor."
"Arc?" Sanders.
"Efendim?"
"Yarın ne yapacağız?"
"Bilmek istemezsin." Pis pis gülerek büyükçe bir yudum aldım.
"Şaka değil, dimi?"
"Bu sefer hayır. Çalışmanız lazım."
"Yaa."
Kızların suratlarına baktım. Sıkılmıştım. 1796 hariç hepsi ayık görünüyordu.
"Hey Marie?" Pembiş kıkırdayarak sordu.
"Ne?"
"Şarkı söylesene?"
"Olmaz."
"Ama niyeee?" Yanında oturan kıza sırnaşıyordu. Komikti.
"Çünkü... Öyle işte." Kendine sarılan kızı itelemeye çalışmasına rağmen cüsse farkından dolayı kaybetti.
"Bıraksana... Bırak."
İkiliye gülerek sağımda oturan Noire'ın kafasını okşadım. O da dizime yattı. İki diz, iki kız. Kızını dövmeyen dizini döver. Eheh.
İyi anlaşıyor gibilerdi. 1796 ve italyan. Yani ölümüne düşman gibi değillerdi.
"Doktor yardım!" İtalyan nefes nefese kalmıştı.
"Bence söylemezsen bırakmayacak."
"Ama-"
"Aranızda halledin. Neyim ben, çocuk bakıcısı mı?"
"James?" Sanders kırmızı kırmızı bakıyordu.
"Hm?"
Biraz daha kızardıktan sonra titrek bir sesle cevapladı. "Boşver."
"Sen bilirsin." İcabına baktığım bardağı yere koydum. Mola.
Pembeyle ufaklık hala boğuşuyordu. "Tamam be. Tamam." İtalyan kendini kurtardı. "Söyleyeceğim."
"Oley!"
Etrafına iki saniye bakındıktan sonra kadehi kafasına dikip doğruldu. "İstek parça?"
"Titaniği söylesene." Heyecanla yapıştırdım. Açıkçası şarkı söyleyişini duymayı gerçekten istiyordum. Mükemmel soprano bir sesi vardı.
"Titanik?"
"Celine Dion. My heart will go on."
"Ha. Tamam." Boğazını temizledikten sonra başladı.
Tek kelimeyle mükemmeldi. Tanrısal bir sesi vardı. Buradan nasıl veya ne gibi söylediğini anlatmayacağım, ki anlatamam da zaten. Şarkı sözü isteyenler arasın bulsun.
Bitirdikten sonra alkışlamaya başladım. "Bravo. Bravado."
"Teşekkürler." İtalyan ağlamaklı olmuştu. Neden bilmiyorum. Ama sormayacağım.
-
Yaklaşık üç bardak daha viskiden sonra ayağa kalktım. Başım hafiften dönmeye başlamıştı. "Ben yatıyorum. Siz de yatın."
Noire ve Claire da benimle beraber kalkmıştı. Yerdekilere baktım. Sanders çakırkeyif dahi değil gibi gözüküyordu ama diğer ikili gayet sarhoştu. O kadar ki italyan 1796'nın sırnaşmalarına karşılık dahi veriyordu.
Sanders'ı elinden tutarak kaldırdım. "Sen de yat. Yarın suyunuzu çıkaracağım."
"Tamam." Gülümsedi. "Benim suyum o kadar kolay çıkmaz."
"Emin misin?" Ağzımı kapatarak esnedim ve arkamı dönüp erkek koğuşuna doğru yöneldim. "İyi geceler kızlar."
"Sana da."
-
Merhaba.
Kısa derken bundan bahsediyordum. Bu pazardan sonraya kadar da daha fazlasını beklemeyin. Gelmez çünkü. Zor.
Neyse.
İyi okumalar.
-PhX
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Proje E.D.E.N. [Son]
Science FictionGelecek. Heh, eskiden gelecekle ilgili ütopik fanteziler kurardım; barış, dostluk, kardeşlik... Şu an bu tarz iyimser zırvalar çok saçma geliyor. 2200 yılında gayet gerilmiş olan diplomatik ilişkiler bir anda koptu. Nükleer savaş. İnsanlığın yüzde...