-Arc-
Saat sekizde çalar saatin bip sesleriyle kalktım ve neredeyse otomatik bir şekilde üstümü değiştim. Beyaz düz pamuklu bir tişört ve buz mavisi kot pantolon.
Odadan tam çıkarken penayı unuttuğumu hatırladım ve yatağın üstündeki kirli siyah pantolonun cebindeki plastik parçasını alıp cebime attım.
10 dakika sonra hastane kanadının koğuş katında, 21 numaralı odadaydım. Daracık odada bir sandalye, bir sehpa, iki yatak, yatakların üzerinde de birer genç kız vardı. Daha uyanmamışlardı. Sandalyeye kuruldum ve sehpanın üzerinde yatan kitabı açıp okumaya başladım.
---
"Hey Jim. Uyan."
Tanıdık fakat uzak gelen bir ses duydum. "Hayır, benim adım Muhammed Ali. Beni biriyle karıştırıyor olmalısın."
"Hiç de karıştırmıyorum bile." Farklı fakat yine tanıdık bir ses duyuldu. "Dur bi de ben deniyim."
Göğsüme doğru inen on kaplan gücündeki bir darbeyle uyandım. 1796 kafayı iman tahtama gömmüştü. Aman ne hoş.
İkisinin de yüzüne renk gelmişti. Genetik zenginleştirmenin vücudu yüzde yüz mükemmel sağlıklı duruma getirme gibi bir yan etkisi de vardı.
1796 kolsuz olduğu için garip görünüyordu ama olsun o kadar.
Gülmeleri bittikten sonra konuştum.
"Günaydın kızlar. Görünüşe bakılırsa tanışmşsınız."
---
Kızları alıp klinikte bizi bekleyen Claire'ın yanına gittim. Protezleri takıp kullanmayı öğretmek için. Brifing.
"Günaydın Claire."
Başıyla sana da anlamına geldiğini tahmin ettiğim bir hareket yaptı. O da en az benim kadar uykusuzdu. Hatta gece de uyumadığını tahmin ediyordum.
Önce 1796'ya döndüm çünkü onun işi daha kolaydı. "Önce senin kolları takacağız." Claire'a döndüm. On saniye içinde yere yığılacakmış gibi sendeliyordu. "Sen şu sedyenin üstünde biraz uzan. Perişan görünüyorsun." Sanders güldü. Ben de güldüm. 1796 da güldü. Hatta Claire bile güler gibi sesler çıkardı. Komik değildi ama herkes gülmüştü.
Claire sendeleyerek kendini sedyenin üstüne bıraktı. Ben de yerde duran spor çantasının içindeki kollardan sol olanı çıkartıp 1796'ya geri döndüm. "Sana kol aldım. Umarım beğenirsin." dedim ve cevap beklemeden kolu yuvasına oturttum. Omzundaki metal şasi üzerinde bulunan ufak metal düğmeye bastım.
"AAAHHH!"
"İlk seferinde acıtır ama sonraları alışırsın."
"Dur-"
Konuşmasına fırsat vermeden sağ kol için de aynını yaptım.
"AAAAAAAH NE YAPIYORSUN!?" dedi ve suratıma yumruğu çarptı. Evet doğru tahmin. Yeni kollarıyla yaptığı ilk iş suratımı yumruklamak olmuştu.
Yerden kalktım. "Güzel vuruş." Güldü. Deney tüpünün intikamını alıyordu.
Çenemi ovarak konuştum. "Kolların nasıl."
"Gerçeğinden farksız gibi."
"Teorik olarak da öyle zaten." Sağ kolunu kavradım. "Derinin tamamı dokunma ve sıcaklık duyularına sahip. Hatta lego gibi, istediğin gibi çıkarıp takabiliyorsun."
"Lego ne."
Sanders'la birbirimize bakıştık. Tabi ki lego ne bilmeyecekti.
"Legodan kastım şu." Sağ omzundaki düğmeye bastım ve hala kavramakta olduğum sağ kol bir anda omzundan kopuverdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Proje E.D.E.N. [Son]
Ciencia FicciónGelecek. Heh, eskiden gelecekle ilgili ütopik fanteziler kurardım; barış, dostluk, kardeşlik... Şu an bu tarz iyimser zırvalar çok saçma geliyor. 2200 yılında gayet gerilmiş olan diplomatik ilişkiler bir anda koptu. Nükleer savaş. İnsanlığın yüzde...