Bölüm 5: Yıldızları Saymak

267 31 3
                                    

-Arc-

Ofisin kapısını açıp içeri girdim.

"Saat kaç, Claire?"

"Beşe çeyrek var."

Derin bir nefes verdim. Bir gün daha kazasız belasız geçmişti. Sandalyeme oturup masanın üzerindeki resimlere baktım.

İlki göreve ilk başladığımda çekilmişti. Çok daha zayıf bir Peters, görev sırasında ölen arkadaşım John Johnson, yine görev sırasında ölen yakın arkadaşım Pierce Brown, aramızda geçen bazı olaylar sonucu şu aralar limoni olduğum tıp bölüm başkanı Victoria Stone, koloni yöneticisi büyük abi Jack Reinhardt ve şu andakinden çok daha masum ve güleryüzlü ben. Bu imparatorluğu sıfırdan kuracak olan, neler olacağından habersiz altı neşeli insan. Buruk bir anı.

Diğeri Claire ile birlikte çekilmişti. Yine şu andakinden çok daha masum ben ve kucağımdaki 5 yaşında, alabildiğince gülümseyen, açık sarı saçlarıyla Claire.

Gözlerimi bir anlığına kaldırıp önündeki bilgisayarla boğuşmakta olan kıza baktım. Pek değişmemişti.

Üçüncü fotoğraf başkaydı. Titan Mk-I Phoenix. 1. jenerasyon pilotlu savaş robotu. Neden masama koyduğumu ben de bilmiyorum. Belki sadece hoşuma gittiğindendir.

Dördüncü ise bir fotoğraf değildi. Dream Theater - Images and Words albüm kapağı. O zamanlar yan komşum olan mühendisten eski ve solmuş bir playboy dergisi karşılığında almıştım ve anında çerçevelemiştim. Eski anılar.

Mesai sinyalinin sesiyle kendime geldim. Nihayet bitmişti.

Avrupa-Asya merkez kolonisinde bir gün böyle geçerdi. Sabah altıdan öğleden sonra beşe kadar insanlar ölesiye çalışır, beşten sonra da ölümüne eğlenirlerdi.

"Hadi baba, sıraya kalmayalım."

"Doğru diyorsun" Çevik bir hareketle masanın üstünden atlayıp kapıyı açtım. "Bayanlar önden."

---

Henüz çok bir kalabalık olmadan ana yemekhaneye vardık. Yarım saat sonra burası cehenneme dönecekti.

Elime bir tabldot alıp yemekhane görevlisine yaklaştım. "Yemekte ne var Ayşe abla?"

Ayşe Yılmaz. Buraya bilimsel veya askeri zımbırtıları sebebiyle değil de başka sebeplerden dolayı gelen sayılı insandan biriydi. Ama hakkını vermek lazım, annemden güzel yemek yapar. 

"Fasulye, pirinç ve ekmek. Kuzey tarım kolonisinden gelecek kargo gecikecekmiş biraz o yüzden birkaç gün dayanacaksın." Güldü. Ben de güldüm. Aslında gülmemem lazımdı. Komik değildi çünkü. Ama güldüm. Neden belirsiz.

Kadının bol kepçe koyduğu yemeğimle benim gibi taşaklı yöneticilere ayrılmış olan masaya oturdum ve yumuldum. Fasulye salça ve suyla nasıl böyle yemek yapabildiğine buraya geldiğinden beri akıl erdirememiştim.

-Yarım saat sonra.

Yemekhane dediğim gibi cehenneme dönmüştü. Buralarda hayat buydu işte. Work hard, play hard.

Yanımda oturan Jack'i dirseğimle dürttüm. "Hey, Jackie. Şu ortada dolanan dedikodu doğru mu?" Sırıttım. "Hani şu yeni yahudi kızla senin hakkında dönen."

Belirgin bir şekilde kızardı. "Bu seni pek ilgilendirmez, Archie."

Ayağa kalkarak bağırdım. "Duydunuz mu, Büyük Patronla yeni gelen seksi yahudi dilber hakkındaki herşey doğruymuş."

Dememle cehennemvari bir kahkaha koptu ve kapının önünden siyah saçlı bir karaltı geçti. Jack ise domatese dönmüştü. Dişlerini sıkarak konuştu. "Elimdeki en iyi doktor olmasaydın şu ana kadar defalarca ölmüştün. Bunu biliyorsun değil mi?"

Proje E.D.E.N. [Son]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin