-Arc-
Beş dakika sonra herkes bir elinde çay, diğer elinde çörek ayakta dikiliyorduk. Sanders'a bakıp güldüm. Sayıca olması gerekenden bayağı fazla havluyu üst üste sarınmıştı ve kardan adama benziyordu. Ben de bakıp bakıp gülüyordum.
Çaydan gayet büyük bir yudum aldım. Çayı oldum olası hiç sevmemişimdir. İnsan Londralı olunca çayı sevmesi bekleniyor.
Biraz süt olursa belki.
"Evet kızlar, bugün ne yapalım?"
Üçü de bana baktı. Claire çeşitli işleri halletmek için ofisime gitmişti. Kağıt işleri.
1796 sırıttı. "Biz sizi Jess ile baş başa bırakabiliriz istersen. Diil mi Marie?"
İtalyana göz kırptı ama ufaklık birşey anlamamıştı. Ben ise yeterince anlamıştım.
"Veya ben sizi Claire ile baş başa da bırakabilirim." Sırıttım ve elimdeki çöreğin geri kalanını kutuya geri attım. "Çok hoş olmaz mı."
Sustu. İtalyan ise suratına yumruk yemiş gibiydi.
Suratına yumruk yemiş bir kız çocuğu gibi desem daha doğru olur sanırım. Ortalama bir yetişkinin suratını yumruklarsanız size karşılık verir. Ortalama bir kız çocuğunun suratını yumruklarsanız ne olur bilmiyorum. Hiç denemedim. Ama olacak şey şu an karşımda duran ufaklığın vaziyetine yakın olurdu.
"Aferin, aptal." Sanders dik dik bakıyordu.
"Kötü bir şey demedim ki. Kötü anlayan sizsiniz." Çayın geri kalanını da diktikten sonra bardağı masaya bırakıp odama gittim. Masanın üstündeki gitara bir daha baktım. Dalga geçer gibi kasım kasım yatıyordu.
Neden odama girdiğimi ben de bilmediğimden geri çıktım.
Kimsenin ciyaklamasına fırsat vermeden gayet zarif ve akrobatik bir hareketle Claire'ın yatağına atladım. Sonra da başka bir akrobatik hareketle Sanders'ın yatağına geçtim ve yastığı mükemmel nişanlayarak 1796'nın kafasına fırlattım.
Bütün bu olaylar bir saniyeden kısa sürmüştü. Sonrasında üstünde hala bir veya iki havlu bulunan Sanders ciyakladı, 1796 gayet kuvvetli fırlattığım yastığın etkisiyle yere yığıldı ve italyan da boş boş baktı.
"İntikam" Delicesine gülmeye başladım.
"Görürsün sen."
Fırlattığım yastığı benim uyguladığım kuvvetin birkaç katı kuvvetle geri fırlattı. Rahatça kendimi yere atarak kurtuldum. Yastık ise patladı.
"Bir saniye." İtalyan cebinden ufak bir sapan çıkardı ve sıkmaya başladı.
Kabul etmem gerek gayet iyiydi ama yeterince değil. Ufak çörek parçaları sıkıyordu, ki çörekler taştan farksızdı.
Çöreklerden perende atarak kaçtım ve bir parçayı da ağzımla yakaladım.
"Bi de ben deniyim." Sanders sapanı kızın elinden aldı ve sıkmaya başladı.
Bilerek ayakta öyle dikildim. Açık hedef olacaktım.
Claire muhtemelen çok yakındaydı.
"Bu viski ılık olduğu için."
Alnımın çatına gelen bir parça çörekle avazım çıktığı kadar bağırarak kendimi yere attım.
"Baba!?"
Claire rüzgar gibi içeri girdi ve yerdeki çörekleri çıplak elleriyle kızlara atmaya başladı. Yarım saniye sonra hepsi yerdeydi.
"Nimetle şaka olmaz, Claire."
Herkes gülmeye başladı. İtalyan bile.
Gülme faslı bittikten sonra ayağa sıçradım. "On dakikaya herkes mayosunu giymiş olsun." Topuklarımda döndüm ve Sanders'ın yanından geçerken ayağım kaymış numarası yapıp kendimi üstüne attım.
-
On dakika sonra herkes mayosunu giymiş bekliyordu. Üstlerindekinin asıl adı latince saçma sapan birşeydi ama ben mayoyu tercih ediyorum.
"Ne yapıcaz doktor?" 1796 sordu.
"Size güzel manzaralar göstereceğim." Kafamı kaşıdım. "Hadi gidelim."
Hep beraber benim güzide hangarıma gittik.
"Claire, istediğini seçebilirsin." Kız koşarak uzaklaştı. Ben de muhteşem üçlüyle devam ettim.
"Sanders, Lioness senin." Yakınlarda duran ortalama boyutta bir robotu gösterdim. "İtalyan, Sanders'ın solundaki Artemis SS." Solundaki daha ufak robotu gösterdim. "1796, sen de italyanın solundaki Tigress."
-
Üç dakika sonra herkes robotların içindeydi.
Crimson Queen XDR-I çevrimiçi.
Omega Sentinel çevrimiçi.
Tigress çevrimiçi.
Lioness çevrimiçi.
Artemis SS çevrimiçi.
"Beni takip edin."
Gayet ağır robotumla havalandım. Omega Sentinel. 45 metre boyunda 3000 tonluk yürüyen bir kale. Elli santim kalınlığındaki kompres titan çeliğinden yapılmış zırh sayesinde 800 bin tonluk kuvvete dayanıklıydı.
Buna rağmen benim dahiane tasarımım sayesinde ses hızını gayet de rahat aşabiliyordu.
Hızla uçmaya başladım.
"Nereye gidiyoruz?" İtalyan.
"Almanyaya." Gülerek ekledim. "Nazilerin memleketine."
Tam hız ilerlemeye başladım. Süpersonik. Diğerleri de arkamdan nal topluyordu.
"NASIL OLUYOR DA O DEVASA METAL YIĞINI O KADAR HIZLI GİDEBİLİYOR?!" Sanders neredeyse hayretle karışık ağlamaklı bir sesle sızlandı.
"Sihir." Envanterden paratermal hızlandırıcıları aktive ettim. Daha birşey görmemişlerdi.
Ses hızının 15 katı.
"ARC YAVAŞLA, YETİŞEMİYORUZ."
"Hızlandırıcılarınızı aktive edin, şapşikler."
3 veya 4 dakika sonra Berlin'e yaklaşmıştık. "Yavaşlayın kızlar."
Yavaşladılar. "Nihayet." Sanders neredeyse ağlayacaktı. 1796 ise tam tersi zevkten çatlıyordu. Hissediyordum.
Bir 3 dakika sonra da gökyüzünü delen devasa nazi yapısı görüş alanını domine etmeye ve etraftaki her şeyi küçük göstermeye başlamıştı.
"İşte Alman mühendisliği."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Proje E.D.E.N. [Son]
Ciencia FicciónGelecek. Heh, eskiden gelecekle ilgili ütopik fanteziler kurardım; barış, dostluk, kardeşlik... Şu an bu tarz iyimser zırvalar çok saçma geliyor. 2200 yılında gayet gerilmiş olan diplomatik ilişkiler bir anda koptu. Nükleer savaş. İnsanlığın yüzde...