Buz dolu bir küvet. Jungkook için aklını bulandırmak ve düşünmek istemediği şeylerden kaçmak için en ideal yöntemdi. Ne sigara ne alkol ne de o pis gece hayatı asla işe yaramazdı. Ama soğuk hiçbir zaman onu hayal kırıklığına uğratmamış, en iyi çözüm yolu olmuştu. Ne zaman vücudu soğuk görse aklı hemen yatışır, rahatlardı. Tabii bu sefer pek işe yaramıyordu.
Dağ evine geleli yirmi dakika, eşini çıplak göreli kırk dakika oluyordu. Hala daha etkisindeydi. Nasıl olurda o kadar güzel olurdu.
Küçük dilini yutmuş gibi sesi çıkmıyor, gardolabın önündeki çıplak bedeni süzüyordu. Sütun gibi bacakları, dolgun ve sıkı kalçaları, hafif kaslı gövdesi ve morumsu meme uçları ile yüce ve kutsal olan ne varsa hepsinin üstündeydi şu an bu beden. Harika bir görüntüydü. Masum eşi onu fark etmemiş, küçük mırıldanmalarıyla kıyafet seçmeye devam ediyordu.
Fark edilmesi uzun sürmemiş, ağzından kaçırdığı hırlamayla hem eşini korkutmuş hem de şaşırtmıştı. Kendisi gibi donakalan eşi, hızla ayak ucundaki bornozu eline alarak vücudunu kapatmaya çalışmıştı.
Daha sonra ikisi de küçük bir tartışma yaşamış, şaşkınlıklarını çoktan yok olmuştu. Şaşkınlıklar bulut olup gitse de Jimin'deki utanç sürüyordu. Feromonları odaya yayılmıştı ama fark edilmiyordu. Çünkü bu sefer eşi de yayıyordu feromonlarını. Keskin toprak kokusuyla limon kokusu birleşmiş, kötü kokacağı düşünülse de harika bir şekilde uyum sağlayarak rahatlatıcı bir koku oluşturmuştu.
Jungkook daha fazla burada durursa tartışmanın daha da alevleneceğini anlamış, almak istediği birkaç parça kıyafeti bile unutarak hızla evden çıkmış, arabasına atlayarak dağ evine sürmüştü.
Eve geldiği gibi üstündeki kaslarını enfes şekilde saran gömleği yırtarcasına çıkarmış, altındaki pantolona da aynı işlemi uygularken, her zaman dondurucuda bulunan buzları çıkararak küvete doldurmuş, ortamını hazırlamıştı.
Rutuna daha dört günden fazla vardı. Ama Jimin'i o şekilde görmek kendisine hiç iyi gelmemiş, rutunu erkenden yaşamak zorunda kalmıştı. Şimdi istemeden eşinin o dil uçuklatacak vücudunu edepsiz şekillerde hayal edecekti. Bu düşüncelerden nefret etmişti. Onu o şekilde asla hayal etmemesi gerekiyordu. Bu yanlıştı.
Sinirle elini uzun saçlarından geçirmiş, daha sonra buz dolu suya vurmuştu elini.
Kollarını açarak küvetin mermerlerine dayamış, önünde boylu boyunca uzanan Seul'u izlemişti bir süre. Bu şehrin çoğuna hakimdi. Hakimdi. O her şeye hakim olabilirdi. Ne isterse onu yapar, nereye isterse oraya giderdi. Kimse neden diye soramazdı. Çünkü korkarlardı. Herkes korkardı ondan. Daha geçen gün belediye başkanı yanına gelmiş ve kendisine söz geçirmeye çalışmıştı. Sonucu hüsrandı tabii ki. Kendisine karşı gelen herkesi mahvederdi Jungkook. O kimseye yenilmezdi.
Düşünceleriyle yarım ağız gülümsemiş, o gelmeden hazırlanmış kırmızı şarabını eline alarak, şehre doğru şerefe çekmiş, gören herkesi günaha sürükleyen dudaklarına dayayarak içmişti içkisini.
Kırmızı olan dudakları daha da kızarmış, öpülesi bir kıvama gelmişti şimdi. Belki Jimin burada olsaydı öpe- hayvan gibi açılan kapıyla sinirleri bozulmuş, kafasını çevirmesine gerek kalmadan kimin geldiğini anlamıştı.
"N-n-ne olduğuna i-inanamayacaksın." Nefes almaya çalışırken, bir yandan da konuşmaya çalışıyordu.
"Siktir git Yugyeom." Daha yeni yerine gelen keyfi kaçmıştı çoktan. Onu umursamadan yuvarlak küvetin köşesine oturmuş, gevezelik etmeye başlamıştı bile.